Sinema dünyasının nabzının attığı Telluride Film Festivali, bu yıl yine bir potansiyel Oscar favorisine kapılarını açtı: Ünlü yönetmen Chloé Zhao'nun merakla beklenen filmi 'Hamnet'. Jessie Buckley ve Paul Mescal'ın başrollerini paylaştığı bu dokunaklı yapım, festivaldeki dünya prömiyeriyle izleyicilerden ve eleştirmenlerden büyük övgü topladı ve şimdiden 2025 Akademi Ödülleri yarışının en güçlü adaylarından biri olarak adından söz ettirmeye başladı. 82. Venedik Film Festivali'nin de katılımıyla sonbahar festival sezonu hareketlenirken, 98. Akademi Ödülleri'nde ise özellikle Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisinde heyecan dorukta; ülkelerin başvurularını yapmaları için son tarih 1 Ekim olarak belirlenirken, Akademi tarafından seçilecek 15 filmlik kısa liste 16 Aralık'ta açıklanacak ve Oscar adayları 22 Ocak'ta tüm dünyaya ilan edilecek.
Julia Roberts'ın "After the Hunt" Filmi Venedik'te #MeToo Tartışmalarını Alevlendirdi
Hollywood'un efsanevi isimlerinden Julia Roberts, 82. Venedik Film Festivali'nde yeni filmi “After the Hunt” ile fırtınalı bir basın toplantısına imza attı. Filmin #MeToo hareketi ve iptal kültürü üzerine yaptığı çıkarımlar, toplantıda hararetli tartışmalara yol açarken, Roberts'ın “insanlık olarak konuşma sanatını kaybediyoruz” sözleri damga vurdu.
Luca Guadagnino'dan Cesur Bir Açıklama: Woody Allen Göndermesiyle #MeToo Tartışmaları
Yönetmen Luca Guadagnino'nun son filmi "After the Hunt", açılış jeneriğindeki şaşırtıcı bir tercihle, tartışmalı yönetmen Woody Allen'ın estetiğini anımsatan bir yaklaşımla izleyicileri ve eleştirmenleri ikiye böldü. Filmle ilgili düzenlenen basın toplantısında Guadagnino'ya, evlatlık kızı Dylan Farrow tarafından cinsel tacizle suçlanan Woody Allen'a neden bir "saygı duruşunda" bulunduğu sorulduğunda, yönetmenin cevabı net ve tartışmaya açık oldu. Luca Guadagnino'nun bu cesur tercihleri ve filmin #MeToo tartışmalarına dair detaylar için tıklayın.
"Neden olmasın?" diye kaba bir cevap verebilirim. Büyüdüğüm bir sinema kanonu vardı ve bu filmi işbirlikçilerimle düşünmeye başladığımızda, Woody Allen'ın 'Suçlar ve Kabahatler' ya da 'Başka Bir Kadın' veya 'Hannah ve Kız Kardeşleri' gibi filmlerini aklımızdan çıkaramıyorduk. Hikayenin yapısı, Allen'ın 1985'ten 1991'e kadarki büyük eserleriyle bağlantılıydı," diyen Guadagnino, tercihinin sadece bir sanatsal gönderme olduğunu belirtti. "Bu grafik ve yazı tipiyle daha önce de birkaç kez oynamıştım ve Woody Allen gibi sevdiğimiz bir sanatçıya bakarken sorumluluğumuzun ne olduğu, sorunlarla yüzleşen bir sanatçıyı düşünmek adına ilginç bir gönderme olduğunu hissettim. Ayrıca, bu tür bir yazı tipi artık bir klasik haline geldi ve Woody Allen'ın ötesine geçti."
Guadagnino filmin hikayesini, "insanların kendi gerçeklerine bakmak" olarak tanımlayarak, "Tek bir gerçeğin en önemli olduğu değil, gerçeklerin çarpışmasını nasıl gördüğümüz ve bu gerçeklerin sınırının ne olduğudur. Eski moda değerleri canlandırmak için bir manifesto yapmakla ilgili değil" ifadeleriyle, filmin tek taraflı bir bakış açısı sunmaktan ziyade, farklı perspektifleri mercek altına aldığını gösterdi. Filmin senaristi Nora Garrett de, senaryoda "iptal kültürü" gibi karmaşık ve hassas konuları ele almanın zorluklarına değinerek, "Tamamen ayrı bir feminizm dalgasına geçtiğimizi hayal etmek, aslında olanı ve toplumda birbirimizle birlikte olmanın gerçekliğini hafife almaktır. Gerçek ve samimi hissettiren bir şeyler getirmeye çalışıyoruz" sözleriyle, konuya yaklaşımının yüzeysel olmadığını vurguladı.
Yüksek öğrenim dünyasında geçen gerilim türündeki “After the Hunt”, Roberts'ın canlandırdığı saygın bir üniversite profesörünün hikayesini konu alıyor. Profesör, mentisi (Ayo Edebiri) tarafından arkadaşı ve meslektaşı (Andrew Garfield) hakkında 'sınırı aştığı' yönünde bir suçlamayla karşı karşıya kalınca, kişisel ve profesyonel bir yol ayrımına sürükleniyor. Bu karmaşık senaryo, festivaldeki bazı eleştirmenlerin dikkatini çekti ve filmin feminist hareketin altını oyup oyup atmadığı sorularını beraberinde getirdi. Julia Roberts, Andrew Garfield ve Ayo Edebiri gibi isimler ilk kez Venedik Film Festivali'ne katılıyorlar.
#MeToo Eleştirileri ve Roberts'ın Diyalog Vurgusu
Basın toplantısında bir gazeteci, “After the Hunt” filminin feminist hareketi baltalayıp baltalamadığına dair bir soru yöneltti. Filmin basın gösterimi sonrasında bazı izleyicilerin, hikayenin cinsel saldırı iddialarında kadınlara inanılması gerektiği konusundaki “eski argümanları yeniden canlandırdığı” yönündeki eleştirilerini dile getirdi. Julia Roberts bu soruya doğrudan bir yanıt vermekten kaçınsa da, filmin bu zorlu konular etrafında samimi ve derinlemesine tartışmalar yaratmasını istediğini açıkça belirtti. Roberts, günümüz toplumunda “insanlık olarak diyalog sanatını kaybetmekte olduğumuzu” dile getirerek üzüntüsünü ifade etti. Julia Roberts'ın "After the Hunt" filmiyle ilgili #MeToo tartışmaları ve Venedik Film Festivali'ndeki tüm detaylar için tıklayın.
“Uyumsuz olmak istemem, çünkü bu benim doğamda yok,” diyen Roberts, gülerek ekledi, “Ama söylediğiniz şeyde sevdiğim nokta, 'eski argümanları yeniden canlandırması' oldu. Bunun sadece kadınların birbirine karşı düşürüldüğü veya birbirini desteklemediği bir tartışmayı canlandırdığını düşünmüyorum. Sohbet yaratan birçok eski argüman yeniden canlanıyor.”
Roberts sözlerine şöyle devam etti: “Sorunuzun en güzel yanı, hepinizin sinemadan film hakkında konuşarak çıkmanız. Tam da böyle hissetmenizi istedik. Sizin için her şeyi karıştırıyoruz ki neye güçlü bir şekilde inandığınızı fark edin. Yani, rica ederim.”
“Açıklama yapmıyoruz; bu insanları, bu an içinde tasvir ediyoruz,” dedi. “Tartışma hakkında, öyle olsun demiyorum, ama insanları sohbete davet ediyoruz. Ona heyecanlanmak veya sinirlenmek size kalmış. Eğer bu filmi yapmak bir şeye yarıyorsa, herkesi birbirleriyle konuşturmak bence başarabileceğimiz en heyecan verici şeydir.”
Gergin geçen basın toplantısında nadir bir hafifleme anı da yaşandı. Roberts, diğer oyuncu arkadaşlarına önlerinde duran su şişelerini aynı anda açmalarını rica ederek, “böylece çıkaracağımız gürültü, söyleyeceğimiz inanılmaz şeyleri bölmez” dedi. Andrew Garfield gülerek araya girdi: “Sette her gün böyleydi. Onun şişesi açılacaksa, herkesinki açılmak zorundaydı. Julia Roberts'ın mikrokozmosu işte bu.”
Değer Katan Bakış Açısı: Sanat, Tartışma ve Diyalog
"After the Hunt" ve etrafındaki tartışmalar, sinemanın güncel ve hassas konulara yaklaşımını bir kez daha gündeme getiriyor. Guadagnino'nun Woody Allen göndermesi gibi sanatsal tercihler, bazıları için etik sınırlar dahilinde bir ifade özgürlüğü olarak yorumlanırken, diğerleri için ise hassas konuların veya tartışmalı figürlerin normalleştirilmesi riski taşıyabilir. Filmin #MeToo teması ve "gerçeklerin çarpışması" felsefesiyle birleştiğinde, asıl meselenin sanatın, rahatsız edici de olsa, gerekli diyalogları başlatma kapasitesi olduğu anlaşılıyor. Julia Roberts'ın vurguladığı "konuşma sanatını kaybetme" kaygısı, sanat eserlerinin sadece eğlendirme veya bilgilendirme aracı olmaktan öte, toplumu düşündürme, sorgulatma ve tartışmaya teşvik etme gücünü hatırlatıyor. Bu tür filmler, farklı bakış açılarını yüzleştirerek, izleyicinin kendi değer yargılarını yeniden gözden geçirmesine olanak tanır.
Colorado dağlarının büyülü atmosferindeki samimi bir salonda, filmin ilk gösterimi öncesinde yönetmen Zhao, oyuncuları Jessie Buckley ve Paul Mescal ile birlikte sahneye çıkarak izleyicileri, kalplerini derinden etkileyecek hikayeye hazırlayan bir meditasyona davet etti. Ryan Coogler ve Harris Dickinson gibi sektörün önde gelen isimlerinin de bulunduğu salonu dolduran kalabalık, 125 dakikalık bu duygu yüklü esere adeta kilitlendi. Film boyunca duyulan sessiz hıçkırık sesleri ve gözyaşları, 'Hamnet'in duygusal derinliğinin ve izleyici üzerindeki etkisinin açık bir kanıtıydı.
98. Oscar Uluslararası Film Yarışı: Türkiye Adayı ve Küresel Sinemanın Öne Çıkanları
Sinema dünyasının en prestijli ödüllerinden Akademi Ödülleri'nin heyecanı şimdiden Venedik'in de gölgesinde hissedilmeye başlandı. Sonbahar festival sezonunun hareketlenmesiyle birlikte, 98. Oscar töreninde Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisinde yarışacak filmler birer birer açıklanıyor. Önümüzdeki haftalarda yeni adayların duyurulması beklenirken, Türkiye de bu prestijli yarışta adayını ilk açıklayan ülkelerden biri oldu.
Türkiye'nin Gururu: 'Hemme Öldüğü Günlerden Biri' Filmi
Yönetmen Murat Firatoğlu'nun ilk uzun metraj filmi olan 'Hemme Öldüğü Günlerden Biri', ülkemizi 98. Akademi Ödülleri'nde temsil edecek. Türkiye Oscar Komitesi tarafından 14 başvuru arasından seçilen film, Güneydoğu Anadolu'nun kavurucu sıcağında, domates hasadı yapan Eyüp adında bir tarım işçisinin hikayesini merkeze alıyor. Borç batağında olan Eyüp'ün, amiriyle yaşadığı bir tartışmanın ardından radikal çözümler aramak üzere şehre inmesini konu alan yapım, sınıf öfkesi ve adalet arayışı temalarını işliyor. Geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali'nin Orizzonti (Ufuklar) bölümünde Jüri Özel Ödülü'nü kazanarak uluslararası arenada dikkat çeken 'Hemme Öldüğü Günlerden Biri', Türkiye sinemasının toplumsal gerçekçi ve eleştirel damarını yansıtan güçlü bir örnek olarak öne çıkıyor. Bu adaylık, sadece filmin başarısını değil, aynı zamanda bağımsız Türk sinemasının küresel görünürlüğünü artırma potansiyelini de taşıyor.
Türkiye'nin yanı sıra birçok ülke de iddialı yapımlarıyla Oscar yarışına katıldı. Tunus'tan Kaouther Ben Hania'nın 'The Voice of Hind Rajab'ı (daha önce Venedik'te de gösterildi), İsveç'ten Tarik Saleh'in 'Eagles of the Republic'i, İzlanda'dan Hlynur Pálmason'ın 'The Love That Remains'ı gibi önemli filmler, şimdiden dikkatleri üzerine çekiyor. Hatta Papua Yeni Gine bile ilk kez 'Papa Buka' adlı yapımıyla bu prestijli yarışa dahil oldu. Bu filmlerin ve 98. Oscar Uluslararası Film Yarışı'ndaki diğer öne çıkan adayların tüm detayları hakkında daha fazla bilgi edinmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Chloé Zhao'dan Tarihi Bir Başarıya Doğru İddialı Bir Adım
Daha önce 'Nomadland' ile 2021 yılında En İyi Yönetmen ve En İyi Film Oscar'ını kazanarak tarihe geçen ilk Asyalı ve ilk siyahi kadın yönetmen unvanını alan Chloé Zhao, 'Hamnet' ile çıtayı bir kez daha yükseltti. Kathryn Bigelow ('Ölümcül Tuzak') ve Sian Heder ('CODA') ile birlikte En İyi Film Oscar'ına sahip üç kadın yönetmenden biri olan Zhao, 'Hamnet' ile bu başarıyı ikiye katlayarak Oscar tarihinde iki En İyi Film ödülüne sahip ilk kadın yönetmen olma potansiyeli taşıyor. Bu, sadece onun kariyeri için değil, sinema tarihinde kadın yönetmenlerin konumu açısından da dönüm noktası niteliğinde olacaktır.
Sen,Nexus Notu: Sinema tarihinde, Jane Campion 'Piyano' (1993) ve 'Köpeğin Gücü' (2021) filmleriyle iki kez yönetmenlik Oscar'ına aday gösterilen tek kadın yönetmen olma özelliğini korurken, Zhao'nun olası ikinci En İyi Film zaferi, ona bu alanda tek başına liderlik kapısını aralayabilir. Bu, Akademi'nin ilerici bakış açısını bir kez daha tescilleyecek önemli bir gelişme olacaktır.
Jessie Buckley ve Paul Mescal'dan Unutulmaz Performanslar
Filmin kalbinde, William Shakespeare (Paul Mescal) ve eşi Agnes Hathaway (Jessie Buckley) çiftinin, 11 yaşındaki oğulları Hamnet'i (Jacobi Jupe) kaybetmeleriyle yaşadıkları derin acı ve yas süreci yatıyor. Maggie O'Farrell'ın çok satan romanından Chloé Zhao ile birlikte uyarlanan senaryo, bu trajik kaybın Shakespeare'in en ünlü eserlerinden biri olan 'Hamlet'e nasıl ilham verdiğini hayalî bir dille ele alıyor. Film, oyuncuların duygusal derinlikleri ve karakterleriyle kurdukları güçlü bağ sayesinde izleyiciyi derinden etkilemeyi başarıyor.
Jessie Buckley, 'Kaybolan Kız' ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar adaylığı elde etmişti. 'Hamnet'teki Agnes performansı, kariyerinin zirvesi olarak nitelendiriliyor ve ona ilk Başrol Kadın Oyuncu adaylığını getirmesi kuvvetle muhtemel görülüyor. Telluride Film Festivali icra direktörü Julie Huntsinger'ın Variety'ye verdiği demeçte, Buckley için 'Allah'ım, bu onun yılı olsun' ifadelerini kullanması, beklentilerin ne denli yüksek olduğunu gösteriyor. Buckley'nin sektördeki derin bağları (Claire Foy ve Riz Ahmed gibi isimlerle olan yakınlığı) da filmin görünürlüğünü artırıyor.
Paul Mescal ise, 'Aftersun' ile En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ına aday gösterildikten sonra, bu kez tarihin en bilinen oyun yazarı William Shakespeare'i canlandırma gibi devasa bir görevin altından kalkıyor. Shakespeare'i beyazperdede canlandıran Joseph Fiennes ('Aşık Shakespeare') veya Kenneth Branagh ('Tüm Gerçekler') gibi isimlerin çoğu Akademi tarafından aday gösterilmemişti. Mescal'ın bu rol için aday gösterilmesi, onun bu ikonik karaktere getirdiği özgün ve katmanlı yorumun bir kanıtı olacaktır. Mescal'ın aynı zamanda Josh O'Connor ile birlikte rol aldığı romantik draması 'The History of Sound' ile de Telluride'da boy göstermesi, yoğun bir ödül sezonu geçireceğinin sinyallerini veriyor.
Filmin genç yıldızı Jacobi Jupe'nin 11 yaşındaki Hamnet karakterindeki etkileyici performansı da büyük beğeni topladı. Freddie Highmore ('Düşler Ülkesi') ve Jacob Tremblay ('Gizli Dünya') gibi genç yeteneklerin geçmişte yarattığı etkiye benzer şekilde, Jupe'nin ekranda olduğu her an izleyicinin duygusal tepkisini çekmesi, onun da Akademi'nin radarına girmesini sağlayabilir.
Yapımcı Kadrosu, Müzik ve Sanatsal Detaylar
'Hamnet', Oscar ödüllü Steven Spielberg ('Schindler'in Listesi', 'Er Ryan'ı Kurtarmak') ve Sam Mendes ('Amerikan Güzeli') gibi dev isimlerin yanı sıra, Oscar adayı Pippa Harris ('1917') tarafından yapımcılığı üstlenildi. Bu rüya ekip, filme sektör içinde derin bir saygı ve itibar kazandırıyor ve Oscar lobiciliği sürecinde önemli bir avantaj sağlıyor.
Filmin etkileyici atmosferine büyük katkı sağlayan bir diğer unsur ise Max Richter'ın müziği. Richter, filme özel bestelediği çarpıcı ve orijinal parçaların yanı sıra, 'Arrival' ve 'The Last of Us' gibi yapımlarda da kullanılan ikonik eseri 'On the Nature of Daylight'ı da yeniden yorumlayarak dinleyicileri büyüledi. Richter'ın besteleri, filmin yas, kayıp ve sanatsal yaratıcılık temalarını güçlendiriyor. Filmin prodüksiyon tasarımı, görüntü yönetimi, kurgu ve ses gibi 'zanaat' dallarında da güçlü bir aday olması bekleniyor.
Post-Prodüksiyonun Kalbi: NFI Filmlab ve Analog Sinemanın Yükselişi
Sinema dünyasının görünmez kahramanlarından biri olan post-prodüksiyon laboratuvarları, yönetmenlerin vizyonlarını beyaz perdeye aktarırken kritik bir rol oynar. Bu alanda öne çıkan merkezlerden Budapeşte merkezli NFI Filmlab, 1957'den bu yana sinema dünyasının en prestijli yapımlarına ev sahipliği yapıyor ve Venedik Film Festivali'ne damga vuran birçok filmin post-prodüksiyon süreçlerinde kilit rol oynuyor. NFI Filmlab başkanı Viktória Sovák'ın da belirttiği gibi, tesis 'Orta Avrupa'nın en eksiksiz ve en deneyimli film laboratuvarı' konumunda. Yorgos Lanthimos (Poor Things), Pablo Larraín (Maria) ve bu yılki Altın Aslan adayı ‘Orphan’ filmiyle Macar yönetmen László Nemes gibi eleştirmenlerce beğenilen birçok isim de NFI Filmlab’ın uzmanlığına güveniyor. Macaristan gibi ülkelerin çok uluslu ortak yapımlarla festivalde zirveye çıkışı, bağımsız sinemanın zorlu ekonomik koşullarında vergi teşvikleri ve ulusal fonlama gibi finansman yapılarının kritik rolünü bir kez daha vurguladı.
Özellikle analog sinemaya olan ilgiyle dikkat çeken laboratuvar, Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan için yarışacak olan Ildikó Enyedi’nin ‘Silent Friend’ filmi için 65.000 feet’ten fazla 35mm ve yaklaşık 30.000 feet 16mm film stoğu geliştirerek, Brady Corbet’in 215 dakikalık epik filmi ‘The Brutalist’ için ise yaklaşık 136 kilogram ağırlığında, 26 makara 70mm film stoğu kullanılması gibi iddialı projelere imza attı. László Nemes’in Altın Aslan için yarışan filmi 'Orphan' da NFI Filmlab’ı tercih etti; 35mm renkli negatif işleme, tarama, dijital renk düzenleme ve analog görüntü ve ses kaydı için burada çalışıldı. Laboratuvarın yüksek vasıflı profesyonelleri ve işlerine olan titiz yaklaşımları sayesinde, film için 140 saatten fazla renk düzenlemesi yapılarak '35mm baskıda daha önce hiç görülmemiş eşsiz bir kalite' elde edildiği belirtiliyor. Analog filmin dijital çağdaki bu yeniden doğuşu ve NFI Filmlab'ın bu süreçteki kritik rolü hakkında daha fazla bilgi için Budapeşte'nin NFI Filmlab'ı: Venedik Filmleri İçin Post-Prodüksiyonun Kalbi ve Analog Sinemanın Yeniden Doğuşu makalemize göz atın.
Analog Film Rönesansı: Dijital Çağda Klasik Bir Tercih
Dijital sinemanın tüm imkanlarına rağmen, neden birçok usta yönetmen hala 35mm ve 70mm analog filme yöneliyor? NFI Filmlab başkanı Sovák'a göre, analog kesinlikle bir rönesans yaşıyor. NFI Filmlab, Avrupa'da tam kapsamlı analog post-prodüksiyon hizmetleri sunan az sayıdaki laboratuvardan biri olarak öne çıkıyor. Bu durum, geleneksel film estetiğine ve dokusuna önem veren yönetmenlerin laboratuvara sürekli geri dönmesinin temel nedeni. Dijitalin sunduğu pratiklik ve maliyet avantajlarına rağmen, analog film; sunduğu derinlik, organik doku, eşsiz renk gamı ve kimi zaman 'gerçek' olarak adlandırılan hissiyatla sanatçıların ruhuna dokunmaya devam ediyor. Bu tercih, sadece nostaljik bir eğilimden ziyade, belirli bir sanatsal vizyonu en saf haliyle beyaz perdeye aktarma arzusunun bir yansıması olarak görülebilir.
Oscar Yarışında Focus Features'ın Stratejisi ve Rekabet
'Hamnet' için erken dönemde büyük bir coşku yaşansa da, Oscar yarışı uzun ve tahmin edilemez bir maratondur. Focus Features gibi stüdyoların aynı sezon içinde birden fazla iddialı yapım sunması ('Bugonia', 'Anemone', 'Song Sung Blue'), adaylık ve ödül şanslarını kendi içlerinde dağıtabilir. Ayrıca, William Shakespeare gibi ikonik bir figürü canlandırmanın getirdiği beklenti, her zaman ödülle sonuçlanmayabilir. Geçmişte Joseph Fiennes'in 'Aşık Shakespeare'deki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu adaylığı alamaması bunun çarpıcı bir örneğidir. Duygusal yoğunluğu yüksek bir film olması, bazı izleyici segmentleri için zorlayıcı bulunabilirken, Akademi üyelerinin ne kadarının bu derinliğe yöneleceği merak konusu.
Her yıl yüzlerce filmin başvurduğu Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisi, sadece büyük bütçeli yapımların değil, aynı zamanda bağımsız ve sanatsal sinemanın da kendisini gösterebildiği bir arena. Bu durum, jüri üyeleri için de büyük bir sorumluluk anlamına geliyor; farklı coğrafyaların, kültürlerin ve anlatım dillerinin bir araya geldiği bu seçkide, gerçekten 'en iyi' olanı belirlemek son derece sübjektif ve zorlu bir süreç. Akademi üyelerinin, filmlerin sadece teknik kalitesine değil, aynı zamanda evrensel temalarına, insanlık durumuna dokunuşlarına ve kültürel derinliklerine de odaklanması bekleniyor. Bir Oscar adaylığı veya ödülü, ilgili ülkenin sinema endüstrisi için büyük bir moral ve uluslararası görünürlük sağlarken, filmin dünya çapında daha geniş kitlelere ulaşmasını da kolaylaştırıyor.
Focus Features tarafından dağıtılan 'Hamnet', stüdyonun bu yılki ödül sezonundaki en güçlü kozlarından biri. 2002 yılından bu yana 175'ten fazla Oscar adaylığı ve 35 zafer elde etmesine rağmen En İyi Film ödülünü henüz kazanamayan Focus Features (yakın zamanda 'Brokeback Mountain' ve 'Conclave' ile bu başarıya çok yaklaşmıştı), 'Hamnet' ile bu boşluğu doldurmayı hedefliyor. Stüdyo, aynı zamanda Yorgos Lanthimos'un 'Bugonia' (Telluride'da gösterime girecek), Daniel Day-Lewis'in geri dönüş filmi 'Anemone' (NYFF'de prömiyer yapacak) ve Hugh Jackman ile Kate Hudson'ın başrolünde olduğu beklenen müzikal dram 'Song Sung Blue' gibi başka iddialı yapımları da aynı anda yarışa sokarak iddialı bir sezon geçirmeyi planlıyor.
Vizyon Tarihleri ve Beklentiler
Telluride'dan sonra 'Hamnet', 7 Eylül'de Toronto Uluslararası Film Festivali'nde Gala gösterimiyle izleyici karşısına çıkacak. Ardından, Focus Features filmi 27 Kasım'da sınırlı sayıda sinema salonunda, 12 Aralık'ta ise daha geniş bir dağıtımla vizyona sokmayı planlıyor. Sinema severlerin ve Oscar takipçilerinin merakla beklediği bu yapım, 2025 Akademi Ödülleri'ne damgasını vurmaya hazırlanıyor gibi görünüyor. Kültürel ve edebi derinliği, güçlü oyuncu kadrosu ve usta yönetmenliğiyle 'Hamnet', sinema takviminde şimdiden önemli bir yer edindi.
Venedik Film Festivali'nde Öne Çıkan Diğer Yapımlar
Julia Roberts'ın “After the Hunt” filmi gibi yapımların yanı sıra, Venedik Film Festivali sinema dünyasının en yeni ve çarpıcı örneklerini bir araya getiren zengin programıyla dikkat çekti. İşte festivalde öne çıkan bazı yapımlar:
- Marianne Faithfull'ın 'Broken English' Belgeseli: Müzik dünyasının asi ruhlu efsanesi Marianne Faithfull'ın yaşamına odaklanan ve BAFTA adayı Iain Forsyth ile Jane Pollard tarafından yönetilen bu çarpıcı belgesel, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali'nin Yarışma Dışı bölümünde 30 Ağustos'ta yaptı. Filmde, Tilda Swinton ve George MacKay 'Unutulmayanlar Bakanlığı'nda araştırmacı rollerini üstlenerek kültürel hafızanın önemini vurguluyor. İtalyan dağıtım şirketi I Wonder Pictures, filmin İtalya haklarını alarak bu yapımı sinemaseverlerle buluşturacak. Belgesel hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayın.
- Yorgos Lanthimos'un 'Bugonia'sı: Emma Stone ve Jesse Plemons'ı bir araya getiren bu kaçırılma gerilimi, Lanthimos'un kendine özgü vizyoner ve nihilist tarzının zirvesi olarak tanımlanarak dikkatleri üzerine çekti ve eleştirmenler tarafından 'dünyada olup bitenlere dair yakıcı bir yorum' olarak nitelendirildi.
- Noah Baumbach'ın 'Jay Kelly'si: George Clooney'nin kendi versiyonunu canlandırdığı bu dramada, Hollywood'un iç yüzü Baumbach'ın alışılageldik samimi anlatımıyla buluştu. Sinüs enfeksiyonu nedeniyle filmin resmi basın toplantısına katılamaması, festival dinamiklerinde ünlülerin özel yaşamı ile profesyonel sorumlulukları arasındaki hassas dengeyi bir kez daha gözler önüne serdi. Eleştirmenler, Clooney'nin canlandırdığı karakterin 'soğuk ve karanlık' yönünün tam olarak inandırıcı olmadığını belirtiyor.
- Guillermo del Toro'nun 'Frankenstein'ı: Ünlü yönetmenin gotik estetiği ve görsel zenginliğiyle klasik bir hikayeyi yeniden yorumlaması büyük bir merak uyandırdı.
- László Nemes'in 'Orphan'ı: Oscar ödüllü yönetmen László Nemes'in 1957'nin zorlu Macaristan'ında geçen ve kendi babasının gençlik yıllarındaki derin bir sırrı merkeze alan filmi, festivalin en prestijli ödülü olan Altın Aslan için yarışan iddialı yapımlar arasında yer aldı. Sepya tonlarında, ağır bir dramla anlatılan film, görsel olarak etkileyici bulunsa da, anlatısal olarak durağan olduğu yönünde eleştiriler aldı.
- Ildikó Enyedi’nin 'Silent Friend'i: Berlin Altın Ayı ödüllü Ildikó Enyedi'nin bu merakla beklenen yapımı da Altın Aslan için yarışan filmlerden biriydi. Film için NFI Filmlab'da 65.000 feet’ten fazla 35mm ve yaklaşık 30.000 feet 16mm film stoğu geliştirildi.
- Daniele Vicari'nin 'Ammazzare stanca'sı: Calabria merkezli suç örgütü 'Ndrangheta'nın eski suikastçısı Antonio Zagari'nin otobiyografisinden uyarlanan bu film, şiddetin yıkıcı etkilerini ve özgürlük arayışını evrensel bir dille sorgulayarak eleştirmenlerden övgü topladı.
- Lee Hong-chi'nin 'A Dance in Vain'i: Geçtiğimiz yılın "Geleceğin Aslanı" ödüllü yönetmeni Lee Hong-chi, ikinci uzun metrajlı filmi 'A Dance in Vain' ile Venedik Film Festivali'ne döndü ve kentsel yabancılaşma, işsizlik ve modern şehirdeki yalnızlık temalarını derinlemesine ele aldı.
- Benny Safdie'nin 'The Smashing Machine'i: Dwayne “The Rock” Johnson'ın başrolünde yer aldığı bu UFC biyografisi, dövüş sporları dünyasının perde arkasına inerek güçlü bir hikaye sunmayı hedefliyor.
- Kathryn Bigelow'un 'The House of Dynamite'ı: Ünlü yönetmenin merakla beklenen yeni filmi de festival programındaki yerini aldı.
- Luis Ortega'nın 'Magnetized' Projesi: Arjantinli yönetmen Luis Ortega, Venedik Gap-Financing Market'ta finansman arayışlarını sürdürdüğü 'Magnetized' adlı yeni projesiyle dikkat çekiyor. Gerçek bir suç hikayesinden uyarlanan film, genç bir papazın karanlığa sürüklenişini ve işlediği cinayetler sonrası manyetik güçler kazanmasını konu alıyor. Proje hakkında daha fazla bilgi burada.
- Vladlena Sandu'nun 'Memory'si: Ukraynalı yönetmen Vladlena Sandu'dan gelen bu yapım, savaşın bir çocuğun gözünden deneyimini anlatan dokunaklı bir anıt kolajı niteliğinde. Grozny'nin savaşla dolu anılarını çarpıcı bir şekilde resmeden film, 'kuşaktan kuşağa aktarılan travmanın ızdıraplı, acil ve büyüleyici bir portresi' olarak övgüyle karşılanıyor.
- Paolo Sorrentino'nun 'La Grazia'sı: Oscar ödüllü yönetmen Paolo Sorrentino'nun festivalin genel açılışını yapan bu filmi, Toni Servillo'nun başrolde ideal bir politikacı portresi çizme arayışıyla dikkat çekti ve Lido'da dört dakika boyunca ayakta alkışlandı. Film, alışılmadık derecede sade bir başkanlık draması olarak değerlendirilirken, bazı eleştirmenler karakterinin ve filmin kendisinin 'fazla durağan' ancak 'gizli derinliklere' sahip olduğunu belirtti.
Ufuklar (Horizons) bölümünün açılışını ise Noomi Rapace'in ikonik Rahibe Teresa'yı canlandırdığı 'Mother' filmi yaparken, Gazze'deki trajik bir olayı konu alan, Brad Pitt, Joaquin Phoenix, Alfonso Cuarón, Rooney Mara ve Jonathan Glazer gibi Hollywood yıldızlarının da yapımcılığını veya desteğini üstlendiği 'Hind Rajab'ın Sesi' gibi dikkat çekici dünya prömiyerleri de festival programında yer aldı. Bu çeşitlilik, Venedik'in sadece büyük bütçeli yapımlara değil, aynı zamanda bağımsız ve sanat filmlerine de kapılarını açtığının bir göstergesi oldu. Festival programında Mona Fastvold, Paolo Sorrentino, Jim Jarmusch, Park Chan-wook, Gus Van Sant, Lucrezia Martel ve Kaouther Ben Hania gibi usta isimlerin yeni filmleri de yer aldı. Venedik Film Festivali 2025'in tüm detayları, çarpıcı prömiyerleri ve ilk eleştirileri hakkında daha fazla bilgi için tıklayın.
Daniele Vicari'den 'Ndrangheta Suikastçısının Sarsıcı Hikayesi: 'Ammazzare stanca'
İtalyan sinemasının önemli yönetmenlerinden Daniele Vicari, Venedik Film Festivali'nde dünya prömiyerini yapacak olan yeni filmi “Ammazzare stanca. Autobiografia di un assassino” (Öldürmek Yorar. Bir Suikastçının Otobiyografisi) ile adından söz ettiriyor. Film, Calabria merkezli güçlü suç örgütü 'Ndrangheta'nın eski suikastçılarından Antonio Zagari'nin sarsıcı otobiyografisinden ilham alıyor. Vicari, bu projeyle sadece bir mafya hikayesi anlatmak yerine, insan doğasının derinliklerine inen, özgürlük arayışını ve şiddetin yıkıcı etkilerini sorgulayan evrensel bir temayı işliyor. Daniele Vicari'nin 'Ndrangheta Suikastçısı filmi hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Sıra Dışı Bir Suikastçının Gözünden: Antonio Zagari'nin İç Dünyası
Yönetmen Vicari, Variety'ye verdiği röportajda, okuma yazması dahi kısıtlı olan Zagari'nin kendi hayatıyla ilgili vardığı sonucun, birçok entelektüel, filozof veya gazeteciden çok daha çarpıcı olduğunu belirtiyor: "Birini öldürdüğün an, aslında kendini de öldürürsün." Bu cümle, filmin ve Zagari'nin hikayesinin temelini oluşturuyor. Bir mafya patronunun oğlu olarak doğup, adeta bir kadere hapsolan Zagari'nin, dayatılan yola karşı kendi kaderini şekillendirme arzusu, Vicari'ye göre evrensel bir hissiyatı yansıtıyor.
Vicari, "Biz de birçok kuralın tutsağıyız. Bazen onları değiştirebiliriz, bazen de bizi ezerler. Bu şiddet dolu adamın en önemli şeyden, yani özgürlükten yoksun olduğunu fark etmesinde güzel bir şeyler var," sözleriyle filmin ana temasını özetliyor.
Kanın İtici Gücü ve Yazmanın Kurtuluşu
Antonio Zagari'nin hikayesini benzersiz kılan noktalardan biri, işlediği cinayetlere karşı vücudunun fiziksel olarak isyan etmeye başlaması, özellikle kana karşı geliştirdiği tiksinti. Yönetmen, kendi çocukluğundan bir domuz kesimi anısıyla bu durumu ilişkilendiriyor ve her insanın içinde gizemli bir şeyler sakladığını vurguluyor. Zagari'nin kendi ifadesiyle "katil" olmaktan duyduğu bu tiksinti, onun içsel çatışmasının somut bir göstergesi haline geliyor. Daha da ilginci, Zagari'nin hapishanede geçirdiği dönemde yazarak özgürleşme yolunu seçmesi. Okuma yazması kısıtlı olmasına rağmen, kitabına savaş sonrası İtalyan edebiyatının önemli eserlerinden Cesare Pavese'nin "Lavorare stanca" (Zor İş) adlı romanına gönderme yaparak "Ammazzare stanca" başlığını vermesi, onun içsel zenginliğinin ve entelektüel bir uyanışın işareti olarak görülüyor. Yazmak, ona kendi şiddet dolu geçmişinden uzaklaşma ve kendini ifade etme imkanı sunuyor.
Mafya Anlatılarına Eleştirel Bir Bakış ve 'Ndrangheta'nın Kodları
Sen,Nexus Değer Katıyor: 'Ndrangheta'nın Gölgesi
'Ndrangheta, Sicilya mafyası Cosa Nostra'dan daha az bilinen ancak küresel uyuşturucu ticareti ve karapara aklama ağlarıyla çok daha güçlü ve acımasız olduğu kabul edilen bir İtalyan suç örgütüdür. Calabria bölgesinden dünyaya yayılan bu yapı, aile bağlarına dayalı katı hiyerarşisiyle bilinir. Antonio Zagari'nin içeriden ifşaatları, bu tür örgütlerin yalnızca isimleri değil, aynı zamanda gizli kodlarını ve işleyiş mekanizmalarını da ortaya koyarak, onların dokunulmazlık algısını derinden sarsar. Bu nedenle, Zagari gibi isimler mafya dünyasının en nefret edilen figürleri arasında yer alır.
Daniele Vicari, daha önce Mafya tarafından öldürülen gazeteci Giuseppe "Pippo" Fava'nın hikayesini anlattığı "Prima che la notte" filminden sonra bir daha "mafya filmi" çekmek istemediğini belirtiyor. Ancak Antonio Zagari'nin hikayesi, onu bu konuya yeniden yaklaştırıyor. Vicari, bu filmin tipik bir gangster filmi olmadığını, aksine Zagari'nin kendi kurallarının tutsağı olan bir "samuray" gibi ele alındığını vurguluyor. Film, gangster filmlerinde sıkça görülen "babanın yerini alma ve imparatorluğu büyütme" mitini de yıkıyor; Antonio, sadece babasına değil, tüm örgüte ihanet ederek bu "mirası" reddediyor. Onun bu eylemi, mafya içindeki onur ve sadakat kavramlarını temelden sarsıyor. Zagari'nin 'Ndrangheta'nın şifreli dilini ifşa etmesi, onu mafya tarafından en çok nefret edilen kişilerden biri haline getiriyor.
Vicari, Zagari'nin kendi eylemlerini adeta bir gangster filmi anlatır gibi mizahi bir dille aktardığını, ancak bu mizahın morbid bir ironi taşıdığını dile getiriyor. Bu durum, Zagari'nin yaşadığı acı ve şiddetle başa çıkma yolunu, trajediyi şakayla hafifletme çabasını ortaya koyuyor. Vicari, pahalı giysilere, lüks arabalara ve geniş bir orduya sahip olsalar bile bu insanların sefil olduğunu, Zagari'nin de kitabında açıkça belirttiği gibi, 'Ndrangheta üyesi olmanın hiçbir onuru olmadığını vurguluyor. Bu, Zagari'nin kendini hapseden örgütü içeriden nasıl yıktığının çarpıcı bir göstergesi.
Oyuncu Kadrosu ve Yapım Bilgileri
Başrolünde Gabriel Montesi'nin yer aldığı filmde, Vinicio Marchioni, Selene Caramazza ve Andrea Fuorto gibi isimler de dikkat çekiyor. Mompracem ve Rai Cinema ortak yapımı olan filmin uluslararası satışlarını Beta Cinema üstleniyor.
Neden Önemli: Şeytanın Avukatı Perspektifiyle
Bu tür hikayeler, suç dünyasının acımasız gerçeklerini gözler önüne sererken, aynı zamanda insan ruhunun karmaşıklığını da sorgulatır. Bir suikastçının içsel dönüşümünü ve özgürlük arayışını merkeze almak, bazı okuyucular için bir katili "insanlaştırma" çabası olarak algılanabilir ve etik tartışmaları beraberinde getirebilir. Ancak Vicari'nin yaklaşımı, Zagari'nin eylemlerini aklamak yerine, onu bir sistemin kurbanı ve aynı zamanda o sistemi ifşa eden bir figür olarak sunuyor. Bu, izleyiciye suçun sadece dışsal bir olgu olmadığını, bireyin iç dünyasında yarattığı tahribatı ve kaçınılmaz sonuçlarını derinlemesine düşünme fırsatı veriyor. Film, modern dünyanın ezici baskıları karşısında kendi "kanımızdan tiksinme" yeteneğimizi yitirip yitirmediğimiz sorusunu da sorarak güncel bir eleştiri sunuyor.
Meksika Sinemasından Önemli Bir Ses: David Pablos'un 'On the Road'u
Venedik Film Festivali Ufuklar (Horizons) bölümünde dünya prömiyerini yapan David Pablos imzalı 'On the Road' filmi, izleyiciyi Meksika'nın kuzeyindeki hiper-erkekçi uzun yol kamyonculuk dünyasına davet ediyor. Filmin merkezinde, yol kenarı lokantalarında kamyon şoförleriyle takılan isyankar genç bir serseri olan Veneno karakteri yer alıyor. Acilen bir yolculuğa ihtiyaç duyarken, içine kapanık ve sert bir şoför olan Muñeco ile tanışır. Veneno, Muñeco'yu kendisini bu zorlu yolculuğa çıkarmaya ikna eder ve ikili arasında beklenmedik bir yakınlaşma başlar. Ancak Veneno'nun geçmişinden gelen gölgeler, ikisinin de hayatını riske atacak şekilde yeniden su yüzüne çıkar. Başrollerinde profesyonel olmayan aktör Victor Miguel Prieto ve deneyimli oyuncu Osvaldo Sánchez (“Pedro Páramo”) yer alıyor. Filmin yapımcılığını, Meksika sinemasının önde gelen figürlerinden Inna Payán ve “Andor” dizisinin yıldızı Diego Luna gibi isimler üstleniyor. Bu güçlü drama-gerilim, daha şimdiden İtalyan dağıtım şirketi I Wonder Pictures tarafından satın alınarak küresel bir yolculuğa çıkacağının sinyallerini verdi. I Wonder Pictures'ın temsilcisi Giorgia Fassiano'nun Variety'ye yaptığı açıklama bu vizyonu net bir şekilde ortaya koyuyor:
“'On the Road', I Wonder Pictures'ın editoryal çizgisini mükemmel bir şekilde yansıtan, korkusuz ve duygusal açıdan çiğ bir yolculuk: Cesur, auteur odaklı sinema, az temsil edilen sesleri yükseltir ve baskın anlatılara meydan okur. Şiirsel yoğunluğu ve radikal dürüstlüğü, izleyiciyi etkileyen, rahatsız eden ve filmin bitiminden çok sonra bile akıllarda kalan filmlere olan bağlılığımızla örtüşüyor.”
I Wonder Pictures, daha önce “Everything Everywhere All at Once,” “The Zone of Interest,” ve “Eddington” gibi eleştirel ve ticari başarılar elde etmiş yapımları da dağıtmıştı. David Pablos, "The Chosen Ones" (Las Elegidas) ile Cannes Film Festivali'nde (Un Certain Regard) ve San Sebastián Film Festivali'nde (Horizontes Latinos) gösterilen önceki çalışmalarıyla da uluslararası alanda tanınan bir isim. Ayrıca "Dance of the 41" (El Baile de los 41) ve Amazon Western dizisi "The Head of Joaquín Murrieta" gibi yapımlarıyla da dikkat çekerek Meksika sinemasının derinliğini ve çeşitliliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Willem Dafoe'dan Sinemanın Geleceği ve Perde Deneyimi Endişesi
Venedik Film Festivali'ne gelmesi beklenen ve sinema dünyasının en kendine özgü ve karizmatik yüzlerinden, dört kez Oscar'a aday gösterilmiş usta aktör Willem Dafoe, Sarajevo Film Festivali'nde aldığı onur ödülü sonrası yaptığı değerlendirmelerde, sektörün geleceği ve özellikle 'tiyatro deneyiminin (perde deneyimi) değer kaybetmesi' konusundaki endişelerini dile getirdi. Dafoe, bu konuda şu çarpıcı ifadeyi kullanıyor: "Eğer dikkat etmezseniz, dikkatinizi gerektiren zorlayıcı filmlere gitmezseniz, özel bir deneyimle ödüllendirilmeyeceksiniz. Beni endişelendiren şey bu." Bu yorum, dijital platformların yükselişiyle birlikte izleyicilerin sinema salonlarından uzaklaşması ve kolektif izleme deneyiminin önemini bir kez daha gündeme getiriyor. Bu endişe, Julia Roberts'ın "konuşma sanatını kaybetme" kaygısıyla da örtüşerek, sinemanın sadece bireysel değil, toplumsal bir deneyim olarak geleceği üzerine önemli soruları akla getiriyor. Dafoe'nun bu değerli görüşleri ve sinema sektörüne dair kapsamlı bakış açısı hakkında daha fazla bilgi için buradaki yazımızı inceleyebilirsiniz.
Venedik Film Festivali'nde Gazze Gündemi ve 'Hind Rajab'ın Sesi'
Venedik Film Festivali, sadece Rahibe Teresa gibi tarihi figürlere odaklanan yapımlara ev sahipliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda güncel ve evrensel insani meselelere ışık tutan filmleri de programına dahil ederek güçlü bir gündem oluşturuyor. Bu yılın en çok dikkat çeken ve tartışılan yapımlarından biri de Gazze'de yaşanan trajik bir olayı konu alan Kaouther Ben Hania'nın yönettiği ve Brad Pitt, Joaquin Phoenix gibi isimlerin yapımcılığını üstlendiği 'Hind Rajab'ın Sesi' (The Voice of Hind Rajab) adlı drama filmi oldu. Film, 6 yaşındaki Hind Rajab'ın İsrail güçlerinin saldırısına uğrayan bir araçta mahsur kalışını ve yaşadıklarını gerçek acil durum telefon görüşmelerinin ses kayıtlarını kullanarak izleyiciye aktarıyor. Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania, daha önce 'Dört Kız Kardeş' ve 'Derisini Satan Adam' filmleriyle iki Oscar adaylığı kazanmış olup, filmin evrensel bir acıya hitap ettiğini ve bir çocuğun yardım çağrısı yaptığı ancak kimsenin gelmediği bir dünyayı kabul edemediğini vurguluyor. "Bu acı, bu başarısızlık hepimize ait" diyerek filmin sadece Gazze hakkında değil, evrensel bir vicdan meselesi olduğunu belirtiyor.
Filmin yönetici yapımcıları arasında Brad Pitt ve Joaquin Phoenix gibi A-list oyuncuların yanı sıra, 'Roma' filminin yönetmeni Alfonso Cuarón, aktris Rooney Mara, 'İlgi Alanı' yönetmeni Jonathan Glazer ve Pitt’in yapım ortağı Dede Gardner gibi sektörün önde gelen isimleri yer alıyor. Bu güçlü destek, filmin uluslararası arenadaki görünürlüğünü ve etkisini artırarak, Gazze'deki insani duruma dikkat çekmede önemli bir rol oynayacağını gösteriyor.
Öte yandan, festivalin jüri başkanı ve Oscar ödüllü yönetmen Alexander Payne'in basın toplantısında sergilediği diplomatik duruş, 'sanat siyasetten bağımsız olabilir mi?' tartışmasını bir kez daha alevlendirdi. Basın mensuplarının Gazze'deki duruma ilişkin kişisel görüşlerini sorması üzerine Payne, “Açıkçası, bu soruya biraz hazırlıksız yakalandığımı hissediyorum. Ben buraya sinemayı yargılamak ve konuşmak için geldim. Siyasi görüşlerimin çoğunuzun görüşleriyle örtüştüğünden eminim” ifadelerini kullanarak festivalin sanatsal misyonuna odaklanma çabasını ve aynı zamanda küresel olaylar karşısında sanatçılardan beklenen duruş arasındaki hassas dengeyi gözler önüne serdi. Venedik Film Festivali'ndeki bu gerilimli atmosfer ve detaylı tartışmalar için daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
'Hind Rajab'ın Sesi' filmi, 3 Eylül'de Venedik'te dünya prömiyerini yaptıktan sonra Kuzey Amerika prömiyeri için Toronto Film Festivali'ne geçecek ve festival haftası içinde Filistin yanlısı bir gösterinin de yapılması bekleniyor. Bu durum, Venedik Film Festivali'nin hem güncel olaylara duyarlılığını hem de sanatsal derinliğini gözler önüne seriyor.
“Sanatçılara gönderilen davetleri geri çevirmemiz istendi; bunu yapmayacağız. Eğer festivale katılmak isterlerse, burada olacaklardır. Öte yandan, Gazze ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki büyük üzüntümüzü ve acımızı açıkça ilan etmekten asla çekinmedik. Sivillerin ve özellikle çocukların ölümleri, henüz kimsenin sona erdiremediği bir savaşın ikincil zararıdır. Biennale'nin bu konudaki pozisyonundan hiçbir şüphe olmadığını düşünüyorum.” — Alberto Barbera, Venedik Film Festivali Başkanı
Venedik Jürisi, Festival Başkanı ve Stratejik Önemi
Bu yılki jüri başkanlığını, 'The Holdovers', 'Election' ve 'Sideways' gibi başarılı filmlerin yönetmeni Alexander Payne üstlendi. Payne'in sinema dünyasındaki saygın konumu, festivalin değerlendirme sürecine derinlik katacağının bir işareti. Venedik'in ödül sezonunu başlatma rolü, onu Telluride, Toronto ve New York gibi diğer önemli sonbahar festivallerinden ayrı bir yere koyuyor. Dağıtımcılar, burada alınan eleştiriler ve oluşturulan 'buzz' sayesinde filmlerinin Oscar ve diğer ödüller için altyapısını kurmaya başlıyor. Ancak unutmamalı ki, festivaldeki coşku her zaman ödül başarısına dönüşmeyebilir; bazen bir filmin gerçek potansiyeli daha sonraki aşamalarda ortaya çıkar.
Festivalin başkanı Alberto Barbera ise, gelen tepkilere rağmen sanatçı özgürlüğüne vurgu yaparak festivalin siyasi duruşunu netleştirdi. Barbera, Gazze ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki 'büyük üzüntülerini ve acılarını' dile getirerek, festivalin sanatsal bağımsızlığını korurken insani krizlere karşı da duyarsız kalmadığını gösteren hassas bir dengeyi temsil etti.
Festival Jürisi: Sinemanın Uluslararası Yüzleri
- Alexander Payne (Başkan) - ABD, Yönetmen ('The Holdovers', 'Sideways')
- Fernanda Torres - Brezilya, Aktris ('I'm Still Here')
- Mohammad Rasoulof - İran, Yönetmen ('The Seed of the Sacred Fig')
- Cristian Mungiu - Romanya, Yönetmen ('4 Months, 3 Weeks and 2 Days')
- Stéphane Brizé - Fransa, Yönetmen ('Out of Season')
- Maura Delpero - İtalya, Yönetmen ('Vermiglio')
- Zhao Tao - Çin, Aktör-Yapımcı ('Caught by the Tides')
Basın toplantısında tüm jüri üyeleri hazır bulunsa da, panelde konuşan tek isim Alexander Payne oldu. Bu durum, festivalin odağını ve basın toplantılarındaki resmi sözcüleri belirleme stratejisini de yansıtıyor.
Sen,Nexus Perspektifi: Sanat ve Siyaset Arasındaki Çatışma ve Etik Yatırım Tartışmaları
Venedik, dünya sinemasının bir vitrini olsa da, her yıl olduğu gibi bu yıl da 'star power' ile sanatsal derinlik arasındaki denge tartışılacaktır. Büyük bütçeli, yıldız oyuncuları barındıran yapımların festivalde yoğun ilgi görmesi kaçınılmazken, daha bağımsız veya deneysel filmlerin bu ilginin gölgesinde kalma riski de her zaman mevcuttur. Önemli olan, jürinin ve izleyicinin, Hollywood'un göz kamaştırıcı yapımları kadar, dünyanın farklı coğrafyalarından gelen ve cesur anlatımlara sahip filmlere de eşit derecede değer vermesidir. Bu, festivalin sadece bir eğlence platformu değil, aynı zamanda bir kültür köprüsü olma misyonunu da yerine getirmesini sağlar. Venedik Film Festivali'nde yaşanan bu gelişmeler, sanat dünyasının küresel olaylara nasıl tepki vermesi gerektiği sorusunu yeniden gündeme getiriyor. Bir yanda, festivallerin apolitik kalması, sadece sanatsal başarıya odaklanması gerektiği argümanı var. Bu görüşe göre, siyasi pozisyon almak, sanatsal özgürlüğü kısıtlayabilir ve farklı görüşteki sanatçılar için dışlayıcı olabilir. Diğer yanda ise, özellikle büyük insani krizler karşısında kültürel kurumların ve sanatçıların sorumluluk alması, seslerini yükseltmesi gerektiği savunuluyor. Gazze örneği, bu iki bakış açısı arasındaki gerilimin somut bir göstergesi. Festival yönetimi, hem sanatçıları koruma hem de insani acıyı görmezden gelmeme çabasıyla karmaşık bir denge arayışında olduğunu gösterdi. Bu durum, gelecekteki büyük kültürel etkinliklerin de benzer baskılarla karşılaşacağının ve 'sanat için sanat' ile 'sorumlu sanat' arasındaki tartışmanın süreceğinin işareti olabilir.
Bu tartışmanın bir başka somut örneği de, son dönemde sanat filmleri dağıtıcısı Mubi'nin Sequoia Capital'dan aldığı yatırım sonrası yaşadığı etik krizdir. Sequoia'nın, İsrail istihbarat birimlerinden veteranlar tarafından kurulan ve Gazze'deki işgalde aktif rol oynayan savunma teknolojileri şirketi Kela'ya yaptığı yatırım, Mubi'nin sanat ve etik değerlerle olan ilişkisini sorgulatan geniş çaplı bir sanatçı tepkisine yol açtı. Mubi CEO'su Efe Cakarel, eleştirilere yanıt olarak "Etik Fonlama ve Yatırım Politikası" ile "Sanatçı Danışma Konseyi" kuracaklarını ve Filistinli sinemacılar da dahil olmak üzere "Risk Altındaki Sanatçılar Fonu" oluşturacaklarını açıkladı. Ancak, Film İşçileri İçin Filistin (FWP) gibi kolektifler, Cakarel'in açıklamasını "soykırım" kelimesini kullanmaktan kaçınması ve İsrail'i fail olarak adlandırmaması nedeniyle yetersiz bularak eleştirdi. Sanatçılar, Mubi'den Sequoia Capital'ı kınamasını ve yönetim kurulundaki bağlantılı isimleri çıkarmasını talep ederken, imza atan sinemacı sayısı 100'ü aştı. Bu olay, kültürel kurumların finansal ortaklıklarının etik boyutlarını ve sanatçıların artan politik duyarlılığını bir kez daha gözler önüne serdi. Mubi'nin bu krizle ilgili detaylı tartışmaları buradan okuyabilirsiniz.
Venedik Film Festivali 2025, sinemanın geleceğine yön veren yapımları ve eleştirel tartışmaları şimdiden başlatmış durumda. Latin Amerika sinemasının güçlü seslerinden Daniel Hendler'ın merakla beklenen üçüncü uzun metraj filmi “A Loose End” (Un cabo suelto) gibi önemli yapımlara da ev sahipliği yapan festival, Parallax Films'in küresel satış haklarını üstlenerek uluslararası arenadaki görünürlüğünü artıran Lee Hong-chi'nin 'A Dance in Vain'i gibi genç yeteneklerin eserlerini vitrine çıkarmanın yanı sıra, usta yönetmenler Coppola (Mike Figgis'in "Megadoc" belgeseli sunumu için) ve Herzog (Angolan yaylalarındaki "Ghost Elephants" belgeseli galası ve masterclass ile) gibi efsanevi isimleri onurlandırarak dünya sinemasına yön veriyor. Festivalin açılış töreninde, Francis Ford Coppola'nın usta yönetmen Werner Herzog'a Yaşam Boyu Başarı İçin Altın Aslan ödülünü takdim etmesi, yarım asra yayılan dostluklarının ve sinemaya eşsiz katkılarının da bir kutlaması niteliğindeydi. Telluride, Toronto ve New York gibi diğer sonbahar festivallerinin öncesinde gelmesi, Venedik'i distribütörler için Oscar kampanyalarının temelini atma fırsatı sunan kritik bir platform haline getiriyor. Daha önce Daniel Craig'in başrolünde olduğu “Queer”, 2022 yapımı “Bones and All”, 2018 yapımı “Susperia” uyarlaması ve 2015 yapımı “A Bigger Splash” gibi filmlerle festivalin köklü bir geçmişine sahip olan Luca Guadagnino'nun da varlığı, Venedik'in yıldız gücünü pekiştiriyor. **Oscar yarışının başladığı ve ülkelerin adaylarını açıklamaya devam ettiği bu dönemde,** Hollywood'un karizmatik yüzü George Clooney'nin, Noah Baumbach'ın yönettiği 'Jay Kelly' filminin resmi basın toplantısına sinüs enfeksiyonu nedeniyle katılamaması gibi beklenmedik durumlar, festival dinamiklerinde ünlülerin özel yaşamı ile profesyonel sorumlulukları arasındaki hassas dengeyi bir kez daha gözler önüne sererken, Venedik'in sadece filmlerle değil, aynı zamanda yıldızların insan halleriyle de gündem yarattığını gösteriyor. Bu çeşitliliğe, İranlı yönetmenler Morteza Ahmadvand ve Firouzeh Khosrovani'nin ortak imzasını taşıyan ‘Past Future Continuous’ adlı belgesel de ekleniyor. Venedik Film Festivali'nin 'Venedik Günleri' bölümünde dünya prömiyerini yapacak olan bu dokunaklı yapımın uluslararası satış hakları ise bağımsız film dağıtımında önemli bir oyuncu olan Taskovski Films tarafından alındı. Önümüzdeki günlerde açıklanacak ödüller ve detaylı incelemelerle festivalin sinema dünyasındaki yankıları daha da büyüyecek. **16 Aralık'ta açıklanacak 15 filmlik kısa liste ve 22 Ocak'taki Oscar adaylıkları ise sinema tutkunları tarafından merakla bekleniyor.**
Bu gelişmeleri ve sinema dünyasından daha fazlasını takip etmek için Sen,Nexus'u takipte kalın.
Kaynak: Variety - ‘Hamnet’ Sets the Oscar Bar High at Telluride
```