Luca Guadagnino'nun 'After the Hunt' Filmi, Woody Allen Mirası ve #MeToo Tartışmalarının Odağında

Haber Merkezi

29 August 2025, 14:13 tarihinde yayınlandı

Luca Guadagnino'dan 'After the Hunt': Woody Allen Mirası ve #MeToo Üzerine Cesur Bir Sinema Dersi - Sen,Nexus
```html

Sinema dünyasının prestijli etkinliklerinden Venedik Film Festivali, 82. kez kapılarını açan ve tarihi Lido adasında yıldız isimleri ağırlayan bu yılki edisyonunda da sadece filmleriyle değil, beraberinde getirdiği tartışmalarla gündem oluşturmaya devam ediyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sinema sanatının en yeni ve çarpıcı örneklerine ev sahipliği yaparken, aynı zamanda yaklaşan ödül sezonunun ilk önemli işaretlerini veriyor. Özellikle yönetmen Luca Guadagnino'nun son filmi "After the Hunt", açılış jeneriğindeki şaşırtıcı bir tercihle büyük yankı uyandırdı. #MeToo hareketini odağına alan bu gerilim filmi, jeneriğinde tartışmalı yönetmen Woody Allen'ın estetiğini anımsatan bir yaklaşımla izleyicileri ve eleştirmenleri ikiye böldü.

Festivalin Genel Görünümü ve Öne Çıkanlar: Açılış Töreni ve Diğer Premierler

Festivalin açılış töreninde, sinemanın iki dev ismi, Francis Ford Coppola'nın usta yönetmen Werner Herzog'a Yaşam Boyu Başarı İçin Altın Aslan ödülünü takdim etmesi, yarım asra yayılan dostluklarının ve sinemaya eşsiz katkılarının da bir kutlaması niteliğindeydi. Telluride, Toronto ve New York gibi diğer sonbahar festivallerinin öncesinde gelmesi, Venedik'i distribütörler için Oscar kampanyalarının temelini atma fırsatı sunan kritik bir platform haline getiriyor. Sonbahar festival sezonunun hareketlenmesiyle birlikte, Hamptons gibi önemli film festivallerinden gelen haberlerle 98. Akademi Ödülleri'nin Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisi için ülkelerin adaylarını açıklamaya başladığı bir döneme işaret ediyor. Bu yılki jüri başkanlığını ise 'The Holdovers', 'Election' ve 'Sideways' gibi başarılı filmlerin yönetmeni Alexander Payne üstleniyor.

Programda, sinema dünyasının merakla beklediği birçok önemli yapım yer alıyor. Yönetmen koltuğunda oturan isimlerin ağırlığı, festivalin genel kalitesi hakkında şimdiden ipuçları veriyor:

  • Benny Safdie'nin 'The Smashing Machine'i: Dwayne “The Rock” Johnson'ın başrolünde yer aldığı bu UFC biyografisi, dövüş sporları dünyasının perde arkasına inerek güçlü bir hikaye sunmayı hedefliyor.
  • Guillermo del Toro'nun 'Frankenstein'ı: Ünlü yönetmenin gotik estetiği ve görsel zenginliğiyle klasik bir hikayeyi yeniden yorumlaması büyük bir merak uyandırıyor.
  • Ildikó Enyedi’nin 'Silent Friend'i: Berlin Altın Ayı ödüllü Ildikó Enyedi'nin bu merakla beklenen yapımı da Altın Aslan için yarışan iddialı filmler arasında yer alıyor. Film için NFI Filmlab'da 65.000 feet’ten fazla 35mm ve yaklaşık 30.000 feet 16mm film stoğu geliştirildi.
  • Kathryn Bigelow'un 'The House of Dynamite'ı: Ünlü yönetmenin merakla beklenen yeni filmi de programdaki yerini aldı.
  • László Nemes'in 'Orphan'ı: Oscar ödüllü yönetmen László Nemes'in 1957'nin zorlu Macaristan'ında geçen ve kendi babasının gençlik yıllarındaki derin bir sırrı merkeze alan filmi, festivalin en prestijli ödülü olan Altın Aslan için yarışıyor ve izleyiciyi derin bir tarihi travmanın içine çekiyor.
  • Lee Hong-chi'nin 'A Dance in Vain'i: Geçtiğimiz yılın "Geleceğin Aslanı" ödüllü yönetmeni Lee Hong-chi, ikinci uzun metrajlı filmiyle festivale dönüyor.
  • Luca Guadagnino'nun 'After the Hunt'ı: Kampüs gerilimi türündeki bu yapım, Guadagnino'nun insan ilişkilerindeki karmaşık dinamikleri ele alış biçimini bir kez daha sergileyecek gibi duruyor. Guadagnino, Venedik'te daha önce Daniel Craig'in başrolünde olduğu “Queer” adlı romantik dönem dramasıyla da bulunmuştu. İtalyan usta yönetmen, 2022 yapımı “Bones and All”, 2018 yapımı “Susperia” uyarlaması, 2015 yapımı “A Bigger Splash” gibi filmlerle festivalin köklü bir geçmişine sahip.
  • Luis Ortega'nın 'Magnetized' Projesi: Arjantinli yönetmen Luis Ortega, Venedik Gap-Financing Market'ta finansman arayışlarını sürdürdüğü 'Magnetized' adlı yeni projesiyle dikkat çekiyor. Gerçek bir suç hikayesinden uyarlanan film, genç bir papazın karanlığa sürüklenişini ve işlediği cinayetler sonrası manyetik güçler kazanmasını konu alıyor. Proje hakkında daha fazla bilgi burada.
  • Marianne Faithfull'ın 'Broken English' Belgeseli: Müzik dünyasının asi ruhlu efsanesi Marianne Faithfull'ın yaşamına odaklanan ve BAFTA adayı Iain Forsyth ile Jane Pollard tarafından yönetilen bu çarpıcı belgesel, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali'nin Yarışma Dışı bölümünde 30 Ağustos'ta yapacak. Filmde, Tilda Swinton ve George MacKay 'Unutulmayanlar Bakanlığı'nda araştırmacı rollerini üstlenerek kültürel hafızanın önemini vurguluyor. İtalyan dağıtım şirketi I Wonder Pictures, filmin İtalya haklarını alarak bu yapımı sinemaseverlerle buluşturacak. Belgesel hakkında daha fazla bilgi için buraya tıklayın.
  • Noomi Rapace'in 'Mother' Filmi: Ufuklar (Horizons) bölümünün açılışını yapan bu yapım, Rapace'in ikonik Rahibe Teresa'yı canlandırdığı bir drama.
  • Noah Baumbach'ın 'Jay Kelly'si: Hollywood'un iç yüzünü anlatan bu dramada, George Clooney kendi versiyonunu canlandırıyor.
  • Paolo Sorrentino'nun 'La Grazia'sı: Oscar ödüllü yönetmen Paolo Sorrentino'nun festivalin genel açılışını yapan bu filmi, Toni Servillo'nun başrolde ideal bir politikacı portresi çizme arayışıyla dikkat çekti ve Lido'da dört dakika boyunca ayakta alkışlandı.
  • Yorgos Lanthimos'un 'Bugonia'sı: Emma Stone ve Jesse Plemons'ı bir araya getiren bu kaçırılma gerilimi, Lanthimos'un kendine özgü vizyoner ve nihilist tarzının zirvesi olarak tanımlanıyor.
  • Daniele Vicari'nin 'Ammazzare stanca'sı: Calabria merkezli suç örgütü 'Ndrangheta'nın eski suikastçısı Antonio Zagari'nin otobiyografisinden uyarlanan bu film, şiddetin yıkıcı etkilerini sorguluyor.

Bu çeşitlilik, Venedik'in sadece büyük bütçeli yapımlara değil, aynı zamanda bağımsız ve sanat filmlerine de kapılarını açtığının bir göstergesi. Ayrıca, Julia Roberts, Andrew Garfield ve Ayo Edebiri gibi isimler “After the Hunt” ile Venedik Film Festivali'ne ilk kez katılıyorlar.

Post-Prodüksiyonun Kalbi: Budapeşte'nin NFI Filmlab'ı ve Analog Sinemanın Yükselişi

Sinema dünyasının görünmez kahramanlarından biri olan post-prodüksiyon laboratuvarları, yönetmenlerin vizyonlarını beyaz perdeye aktarırken kritik bir rol oynar. Bu alanda öne çıkan merkezlerden Budapeşte merkezli NFI Filmlab, 1957'den bu yana sinema dünyasının en prestijli yapımlarına ev sahipliği yapıyor ve Venedik Film Festivali'ne damga vuran birçok filmin post-prodüksiyon süreçlerinde kilit rol oynuyor. NFI Filmlab başkanı Viktória Sovák'ın da belirttiği gibi, tesis 'Orta Avrupa'nın en eksiksiz ve en deneyimli film laboratuvarı' konumunda. Hem analog hem de kapsamlı dijital film post-prodüksiyon hizmetleri sunarak, film yapımcılarına A'dan Z'ye her türlü ihtiyacı karşılama imkanı tanıyor. Yorgos Lanthimos (Poor Things), Pablo Larraín (Maria) ve bu yılki Altın Aslan adayı ‘Orphan’ filmiyle Macar yönetmen László Nemes gibi eleştirmenlerce beğenilen birçok isim de NFI Filmlab’ın uzmanlığına güveniyor. Macaristan gibi ülkelerin çok uluslu ortak yapımlarla festivalde zirveye çıkışı, bağımsız sinemanın zorlu ekonomik koşullarında vergi teşvikleri ve ulusal fonlama gibi finansman yapılarının kritik rolünü bir kez daha vurguladı.

Özellikle analog sinemaya olan ilgiyle dikkat çeken laboratuvar, Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan için yarışacak olan Ildikó Enyedi’nin ‘Silent Friend’ filmi için 65.000 feet’ten fazla 35mm ve yaklaşık 30.000 feet 16mm film stoğu geliştirerek, Brady Corbet’in 215 dakikalık epik filmi ‘The Brutalist’ için ise yaklaşık 136 kilogram ağırlığında, 26 makara 70mm film stoğu kullanılması gibi iddialı projelere imza attı. Analog filmin dijital çağdaki bu yeniden doğuşu ve NFI Filmlab'ın bu süreçteki kritik rolü hakkında daha fazla bilgi için Budapeşte'nin NFI Filmlab'ı: Venedik Filmleri İçin Post-Prodüksiyonun Kalbi ve Analog Sinemanın Yeniden Doğuşu makalemize göz atın.

Analog Film Rönesansı: Dijital Çağda Klasik Bir Tercih

Dijital sinemanın tüm imkanlarına rağmen, neden birçok usta yönetmen hala 35mm ve 70mm analog filme yöneliyor? NFI Filmlab başkanı Sovák'a göre, analog kesinlikle bir rönesans yaşıyor. NFI Filmlab, Avrupa'da tam kapsamlı analog post-prodüksiyon hizmetleri sunan az sayıdaki laboratuvardan biri olarak öne çıkıyor. Bu durum, geleneksel film estetiğine ve dokusuna önem veren yönetmenlerin laboratuvara sürekli geri dönmesinin temel nedeni. Dijitalin sunduğu pratiklik ve maliyet avantajlarına rağmen, analog film; sunduğu derinlik, organik doku, eşsiz renk gamı ve kimi zaman 'gerçek' olarak adlandırılan hissiyatla sanatçıların ruhuna dokunmaya devam ediyor. Bu tercih, sadece nostaljik bir eğilimden ziyade, belirli bir sanatsal vizyonu en saf haliyle beyaz perdeye aktarma arzusunun bir yansıması olarak görülebilir.

Luca Guadagnino'dan Cesur Bir Açıklama: "Neden Olmasın?"

Filmle ilgili düzenlenen basın toplantısında Guadagnino'ya, evlatlık kızı Dylan Farrow tarafından cinsel tacizle suçlanan Woody Allen'a neden bir "saygı duruşunda" bulunduğu sorulduğunda, yönetmenin cevabı net ve tartışmaya açık oldu.

"'Neden olmasın?' diye kaba bir cevap verebilirim. Büyüdüğüm bir sinema kanonu vardı ve bu filmi işbirlikçilerimle düşünmeye başladığımızda, Woody Allen'ın 'Suçlar ve Kabahatler' ya da 'Başka Bir Kadın' veya 'Hannah ve Kız Kardeşleri' gibi filmlerini aklımızdan çıkaramıyorduk. Hikayenin yapısı, Allen'ın 1985'ten 1991'e kadarki büyük eserleriyle bağlantılıydı," diyen Guadagnino, tercihinin sadece bir sanatsal gönderme olduğunu belirtti. "Bu grafik ve yazı tipiyle daha önce de birkaç kez oynamıştım ve Woody Allen gibi sevdiğimiz bir sanatçıya bakarken sorumluluğumuzun ne olduğu, sorunlarla yüzleşen bir sanatçıyı düşünmek adına ilginç bir gönderme olduğunu hissettim. Ayrıca, bu tür bir yazı tipi artık bir klasik haline geldi ve Woody Allen'ın ötesine geçti."

"After the Hunt": Gerçeğin Çarpışması ve Yüksek Eğitim Dünyası

"After the Hunt", yüksek eğitim dünyasında geçen bir drama. Julia Roberts'ın canlandırdığı sevilen bir üniversite profesörü, mentisi (Ayo Edebiri) bir arkadaşı ve meslektaşı (Andrew Garfield) sınırları aşmakla suçladığında kendisini kişisel ve profesyonel bir yol ayrımında bulur. Bu karmaşık durumu yönetmeye çalışırken, profesörün kendi karanlık geçmişinden bir sır da gün yüzüne çıkma tehdidiyle karşı karşıya kalır.

Guadagnino filmin hikayesini, "insanların kendi gerçeklerine bakmak" olarak tanımlıyor. "Tek bir gerçeğin en önemli olduğu değil, gerçeklerin çarpışmasını nasıl gördüğümüz ve bu gerçeklerin sınırının ne olduğudur. Eski moda değerleri canlandırmak için bir manifesto yapmakla ilgili değil" ifadeleri, filmin tek taraflı bir bakış açısı sunmaktan ziyade, farklı perspektifleri mercek altına aldığını gösteriyor.

Senaristten "İptal Kültürü"ne Dair Zorlu Bir Bakış

Filmin senaristi Nora Garrett de, senaryoda "iptal kültürü" gibi karmaşık ve hassas konuları ele almanın zorluklarına değindi. Garrett, "Tamamen ayrı bir feminizm dalgasına geçtiğimizi hayal etmek, aslında olanı ve toplumda birbirimizle birlikte olmanın gerçekliğini hafife almaktır. Gerçek ve samimi hissettiren bir şeyler getirmeye çalışıyoruz" sözleriyle, konuya yaklaşımının yüzeysel olmadığını vurguladı.

Julia Roberts'tan Tartışmalara Güçlü Savunma: "Konuşma Sanatını Kaybediyoruz"

Basın toplantısında film, bazı gazeteciler tarafından feminist hareketi baltalamakla veya cinsel saldırı iddiaları konusunda kadınlara inanmakla ilgili "eski argümanları canlandırmakla" suçlanarak tartışmalara yol açtı. Ancak filmin başrol oyuncusu Julia Roberts, eleştirilere karşı duruşunu net bir şekilde sergiledi.

Roberts, bir gazetecinin filmin "eski argümanları yeniden canlandırdığı" yönündeki yorumuna cevaben, kahkahalarla karışık bir ifadeyle, "Anlaşmazlık yanlısı değilim, çünkü bu benim doğamda yok, ama söylediğiniz ve çok sevdiğim şey 'eski argümanları yeniden canlandırmak' oldu. Kadınların birbirine düşürülmesi ya da birbirini desteklememesi gibi eski bir argümanı canlandırdığını düşünmüyorum. Sohbete yol açan pek çok eski argüman yeniden canlanıyor" dedi. Ünlü oyuncu, "Sorunuzun en güzel yanı, hepinizin sinemadan konuşarak çıkmasıydı. Filmin böyle hissettirmesini istedik. Her şeyi sizin için karıştırıyoruz ki, neye inandığınızı güçlü bir şekilde fark edin. Rica ederim" sözleriyle filmin amacını vurguladı.

Roberts, toplumun günümüzde "insanlıkta konuşma sanatını kaybettiği"ne dair endişelerini de dile getirerek, filmin kasıtlı olarak tartışma yaratmaya çalışmadığını ancak diyalog başlatmayı hedeflediğini vurguladı. Ona göre, "Eğer bu filmi yapmak herhangi bir şey yaparsa, herkesi birbiriyle konuşturmak başarabileceğimiz en heyecan verici şey olur." Bu sözler, filmin sadece bir hikaye anlatmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumsal bir diyalog başlatma misyonu taşıdığını açıkça gösteriyor.

Gergin geçen basın toplantısında nadir bir hafifleme anı da yaşandı. Roberts, diğer oyuncu arkadaşlarına önlerinde duran su şişelerini aynı anda açmalarını rica ederek, "böylece çıkaracağımız gürültü, söyleyeceğimiz inanılmaz şeyleri bölmez" dedi. Andrew Garfield gülerek araya girdi: "Sette her gün böyleydi. Onun şişesi açılacaksa, herkesinki açılmak zorundaydı. Julia Roberts'ın mikrokozmosu işte bu."

Değer Katan Bakış Açısı: Sanat, Tartışma ve Diyalog

"After the Hunt" ve etrafındaki tartışmalar, sinemanın güncel ve hassas konulara yaklaşımını bir kez daha gündeme getiriyor. Guadagnino'nun Woody Allen göndermesi gibi sanatsal tercihler, bazıları için etik sınırlar dahilinde bir ifade özgürlüğü olarak yorumlanırken, diğerleri için ise hassas konuların veya tartışmalı figürlerin normalleştirilmesi riski taşıyabilir. Filmin #MeToo teması ve "gerçeklerin çarpışması" felsefesiyle birleştiğinde, asıl meselenin sanatın, rahatsız edici de olsa, gerekli diyalogları başlatma kapasitesi olduğu anlaşılıyor. Julia Roberts'ın vurguladığı "konuşma sanatını kaybetme" kaygısı, sanat eserlerinin sadece eğlendirme veya bilgilendirme aracı olmaktan öte, toplumu düşündürme, sorgulatma ve tartışmaya teşvik etme gücünü hatırlatıyor. Bu tür filmler, farklı bakış açılarını yüzleştirerek, izleyicinin kendi değer yargılarını yeniden gözden geçirmesine olanak tanır.

Willem Dafoe'dan Sinemanın Geleceği ve Perde Deneyimi Endişesi

Venedik Film Festivali'ne gelmesi beklenen ve sinema dünyasının en kendine özgü ve karizmatik yüzlerinden, dört kez Oscar'a aday gösterilmiş usta aktör Willem Dafoe, Sarajevo Film Festivali'nde aldığı onur ödülü sonrası yaptığı değerlendirmelerde, sektörün geleceği ve özellikle 'tiyatro deneyiminin (perde deneyimi) değer kaybetmesi' konusundaki endişelerini dile getirdi. Dafoe, bu konuda şu çarpıcı ifadeyi kullanıyor: "Eğer dikkat etmezseniz, dikkatinizi gerektiren zorlayıcı filmlere gitmezseniz, özel bir deneyimle ödüllendirilmeyeceksiniz. Beni endişelendiren şey bu." Bu yorum, dijital platformların yükselişiyle birlikte izleyicilerin sinema salonlarından uzaklaşması ve kolektif izleme deneyiminin önemini bir kez daha gündeme getiriyor. Bu endişe, Julia Roberts'ın "konuşma sanatını kaybetme" kaygısıyla da örtüşerek, sinemanın sadece bireysel değil, toplumsal bir deneyim olarak geleceği üzerine önemli soruları akla getiriyor. Dafoe'nun bu değerli görüşleri ve sinema sektörüne dair kapsamlı bakış açısı hakkında daha fazla bilgi için buradaki yazımızı inceleyebilirsiniz.

Venedik'te Küresel Tartışmalar: Gazze Gündemi ve Sanat-Siyaset Dengesi

Venedik Film Festivali, sadece sanatsal ifadeleri değil, aynı zamanda küresel insani krizleri de gündemine alarak güçlü tartışmalara ev sahipliği yapıyor. Bu yılın en çok dikkat çeken ve tartışılan yapımlarından biri de Gazze'de yaşanan trajik bir olayı konu alan Kaouther Ben Hania'nın yönettiği ve Brad Pitt, Joaquin Phoenix gibi isimlerin yapımcılığını üstlendiği 'Hind Rajab'ın Sesi' (The Voice of Hind Rajab) adlı drama filmi oldu. Film, 6 yaşındaki Hind Rajab'ın İsrail güçlerinin saldırısına uğrayan bir araçta mahsur kalışını ve yaşadıklarını gerçek acil durum telefon görüşmelerinin ses kayıtlarını kullanarak izleyiciye aktarıyor. Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania, daha önce 'Dört Kız Kardeş' ve 'Derisini Satan Adam' filmleriyle iki Oscar adaylığı kazanmış olup, filmin evrensel bir acıya hitap ettiğini ve bir çocuğun yardım çağrısı yaptığı ancak kimsenin gelmediği bir dünyayı kabul edemediğini vurguluyor. "Bu acı, bu başarısızlık hepimize ait" diyerek filmin sadece Gazze hakkında değil, evrensel bir vicdan meselesi olduğunu belirtiyor. Filmin yönetici yapımcıları arasında Brad Pitt ve Joaquin Phoenix gibi A-list oyuncuların yanı sıra, 'Roma' filminin yönetmeni Alfonso Cuarón, aktris Rooney Mara, 'İlgi Alanı' yönetmeni Jonathan Glazer ve Pitt’in yapım ortağı Dede Gardner gibi sektörün önde gelen isimleri yer alıyor. Bu güçlü destek, filmin uluslararası arenadaki görünürlüğünü ve etkisini artırarak, Gazze'deki insani duruma dikkat çekmede önemli bir rol oynayacağını gösteriyor.

Jüri başkanı ve Oscar ödüllü yönetmen Alexander Payne'in basın toplantısında sergilediği diplomatik duruş, 'sanat siyasetten bağımsız olabilir mi?' tartışmasını bir kez daha alevlendirdi. Basın mensuplarının Gazze'deki duruma ilişkin kişisel görüşlerini sorması üzerine Payne, “Açıkçası, bu soruya biraz hazırlıksız yakalandığımı hissediyorum. Ben buraya sinemayı yargılamak ve konuşmak için geldim. Siyasi görüşlerimin çoğunuzun görüşleriyle örtüştüğünden eminim” ifadelerini kullanarak festivalin sanatsal misyonuna odaklanma çabasını ve aynı zamanda küresel olaylar karşısında sanatçılardan beklenen duruş arasındaki hassas dengeyi gözler önüne serdi. Venedik Film Festivali'ndeki bu gerilimli atmosfer ve detaylı tartışmalar için daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Festivalin başkanı Alberto Barbera ise sanatçı özgürlüğüne ve kapsayıcılığa verdiği önemi vurgulayarak davetleri geri çevirmeyeceklerini belirtti. Ancak, Gazze ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki 'büyük üzüntülerini ve acılarını' açıkça dile getirmekten çekinmedi ve sivillerin ölümlerini 'henüz kimsenin sona erdiremediği bir savaşın ikincil zararı' olarak nitelendirdi. Bu açıklama, festival yönetiminin sanatın bağımsızlığını korurken, insani krizlere karşı da duyarsız kalmadığını gösteren hassas bir dengeyi temsil ediyor.

“Sanatçılara gönderilen davetleri geri çevirmemiz istendi; bunu yapmayacağız. Eğer festivale katılmak isterlerse, burada olacaklardır. Öte yandan, Gazze ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki büyük üzüntümüzü ve acımızı açıkça ilan etmekten asla çekinmedik. Sivillerin ve özellikle çocukların ölümleri, henüz kimsenin sona erdiremediği bir savaşın ikincil zararıdır. Biennale'nin bu konudaki pozisyonundan hiçbir şüphe olmadığını düşünüyorum.” — Alberto Barbera, Venedik Film Festivali Başkanı

'Hind Rajab'ın Sesi' filmi, 3 Eylül'de Venedik'te dünya prömiyerini yaptıktan sonra Kuzey Amerika prömiyeri için Toronto Film Festivali'ne geçecek ve festival haftası içinde Filistin yanlısı bir gösterinin de yapılması bekleniyor. Bu durum, Venedik Film Festivali'nin hem güncel olaylara duyarlılığını hem de sanatsal derinliğini gözler önüne seriyor.

Festival Jürisi: Sinemanın Uluslararası Yüzleri

  • Alexander Payne (Başkan) - ABD, Yönetmen ('The Holdovers', 'Sideways')
  • Fernanda Torres - Brezilya, Aktris ('I'm Still Here')
  • Mohammad Rasoulof - İran, Yönetmen ('The Seed of the Sacred Fig')
  • Cristian Mungiu - Romanya, Yönetmen ('4 Months, 3 Weeks and 2 Days')
  • Stéphane Brizé - Fransa, Yönetmen ('Out of Season')
  • Maura Delpero - İtalya, Yönetmen ('Vermiglio')
  • Zhao Tao - Çin, Aktör-Yapımcı ('Caught by the Tides')

Basın toplantısında tüm jüri üyeleri hazır bulunsa da, panelde konuşan tek isim Alexander Payne oldu. Bu durum, festivalin odağını ve basın toplantılarındaki resmi sözcüleri belirleme stratejisini de yansıtıyor.

Sen,Nexus Perspektifi: Sanat ve Siyaset Arasındaki Çatışma

Venedik Film Festivali'nde yaşanan bu gelişmeler, sanat dünyasının küresel olaylara nasıl tepki vermesi gerektiği sorusunu yeniden gündeme getiriyor. Bir yanda, festivallerin apolitik kalması, sadece sanatsal başarıya odaklanması gerektiği argümanı var. Bu görüşe göre, siyasi pozisyon almak, sanatsal özgürlüğü kısıtlayabilir ve farklı görüşteki sanatçılar için dışlayıcı olabilir. Diğer yanda ise, özellikle büyük insani krizler karşısında kültürel kurumların ve sanatçıların sorumluluk alması, seslerini yükseltmesi gerektiği savunuluyor. Gazze örneği, bu iki bakış açısı arasındaki gerilimin somut bir göstergesi. Festival yönetimi, hem sanatçıları koruma hem de insani acıyı görmezden gelmeme çabasıyla karmaşık bir denge arayışında olduğunu gösterdi. Bu durum, gelecekteki büyük kültürel etkinliklerin de benzer baskılarla karşılaşacağının ve 'sanat için sanat' ile 'sorumlu sanat' arasındaki tartışmanın süreceğinin işareti olabilir.

Bu tartışmanın bir başka somut örneği de, son dönemde sanat filmleri dağıtıcısı Mubi'nin Sequoia Capital'dan aldığı yatırım sonrası yaşadığı etik krizdir. İsrail istihbarat birimlerinden veteranlar tarafından kurulan bir savunma teknolojileri şirketine yapılan yatırım nedeniyle Mubi, geniş çaplı sanatçı tepkileriyle karşılaştı. Bu olay, kültürel kurumların finansal ortaklıklarının etik boyutlarını ve sanatçıların artan politik duyarlılığını bir kez daha gözler önüne serdi. Mubi CEO'su Efe Cakarel, eleştirilere yanıt olarak "Etik Fonlama ve Yatırım Politikası" ile "Sanatçı Danışma Konseyi" kuracaklarını ve Filistinli sinemacılar da dahil olmak üzere "Risk Altındaki Sanatçılar Fonu" oluşturacaklarını açıkladı. Ancak, Film İşçileri İçin Filistin (FWP) gibi kolektifler, Cakarel'in açıklamasını "soykırım" kelimesini kullanmaktan kaçınması ve İsrail'i fail olarak adlandırmaması nedeniyle yetersiz bularak eleştirdi. Sanatçılar, Mubi'den Sequoia Capital'ı kınamasını ve yönetim kurulundaki bağlantılı isimleri çıkarmasını talep ederken, imza atan sinemacı sayısı 100'ü aştı. Bu olay, kültürel kurumların finansal ortaklıklarının etik boyutlarını ve sanatçıların artan politik duyarlılığını bir kez daha gözler önüne serdi. Mubi'nin bu krizle ilgili detaylı tartışmaları buradan okuyabilirsiniz.

98. Oscar Uluslararası Film Yarışı: Türkiye Adayı ve Küresel Sinemanın Öne Çıkanları

Sinema dünyasının en prestijli ödüllerinden Akademi Ödülleri'nin heyecanı şimdiden Venedik'in gölgesinde hissedilmeye başlandı. Sonbahar festival sezonunun hareketlenmesiyle birlikte, 98. Oscar töreninde Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisinde yarışacak filmler birer birer açıklanıyor. Ülkelerin başvurularını yapmaları için son tarih 1 Ekim olarak belirlenirken, önümüzdeki haftalarda yeni adayların duyurulması bekleniyor. Akademi tarafından seçilecek 15 filmlik kısa liste 16 Aralık'ta açıklanacak, Oscar adayları ise 22 Ocak'ta tüm dünyaya ilan edilecek.

Türkiye'nin Gururu: 'Hemme Öldüğü Günlerden Biri' Filmi

Türkiye, bu prestijli yarışta adayını ilk açıklayan ülkelerden biri oldu. Yönetmen Murat Firatoğlu'nun ilk uzun metraj filmi olan 'Hemme Öldüğü Günlerden Biri', ülkemizi 98. Akademi Ödülleri'nde temsil edecek. Türkiye Oscar Komitesi tarafından 14 başvuru arasından seçilen film, Güneydoğu Anadolu'nun kavurucu sıcağında, domates hasadı yapan Eyüp adında bir tarım işçisinin hikayesini merkeze alıyor. Borç batağında olan Eyüp'ün, amiriyle yaşadığı bir tartışmanın ardından radikal çözümler aramak üzere şehre inmesini konu alan yapım, sınıf öfkesi ve adalet arayışı temalarını işliyor. Geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali'nin Orizzonti (Ufuklar) bölümünde Jüri Özel Ödülü'nü kazanarak uluslararası arenada dikkat çeken 'Hemme Öldüğü Günlerden Biri', Türkiye sinemasının toplumsal gerçekçi ve eleştirel damarını yansıtan güçlü bir örnek olarak öne çıkıyor. Bu adaylık, sadece filmin başarısını değil, aynı zamanda bağımsız Türk sinemasının küresel görünürlüğünü artırma potansiyelini de taşıyor.

Türkiye'nin yanı sıra birçok ülke de iddialı yapımlarıyla Oscar yarışına katıldı. Tunus'tan Kaouther Ben Hania'nın 'The Voice of Hind Rajab'ı, İsveç'ten Tarik Saleh'in 'Eagles of the Republic'i, İzlanda'dan Hlynur Pálmason'ın 'The Love That Remains'ı gibi önemli filmler, şimdiden dikkatleri üzerine çekiyor. Hatta Papua Yeni Gine bile ilk kez 'Papa Buka' adlı yapımıyla bu prestijli yarışa dahil oldu. Bu filmlerin ve 98. Oscar Uluslararası Film Yarışı'ndaki diğer öne çıkan adayların tüm detayları hakkında daha fazla bilgi edinmek için buraya tıklayabilirsiniz.

İlk Eleştiriler ve Festivalin Gündem Belirleyiciliği

Festival devam ederken, Variety gibi önemli yayınların ilk eleştirileri, filmlerin kaderi hakkında ilk ipuçlarını sunuyor. İşte öne çıkan bazı filmlere dair ilk izlenimler:

  • 'Jay Kelly' (Yön. Noah Baumbach): George Clooney'nin kendini canlandırdığı film, Hollywood'un iç dinamiklerine hafif, eğlenceli ama yer yer fazlasıyla yumuşak bir bakış atıyor. Sinüs enfeksiyonu nedeniyle filmin resmi basın toplantısına katılamaması, festival dinamiklerinde ünlülerin özel yaşamı ile profesyonel sorumlulukları arasındaki hassas dengeyi bir kez daha gözler önüne serdi. Eleştirmenler, Clooney'nin canlandırdığı karakterin 'soğuk ve karanlık' yönünün tam olarak inandırıcı bulunmadığını belirtiyor. Bu durum, Baumbach'ın alışılmadık bir şekilde eleştirel derinlikten kaçındığına işaret edebilir.
  • 'Bugonia' (Yön. Yorgos Lanthimos): Yorgos Lanthimos'un bu kaçırılma gerilimi, Emma Stone ve Jesse Plemons'ın çarpıcı düellosuyla övgü topluyor. Yönetmenin 'vizyoner nihilist' tarzının zirvesi olarak görülen film, eleştirmenler tarafından 'dünyada olup bitenlere dair yakıcı bir yorum' olarak nitelendiriliyor. Lanthimos'un kendine has rahatsız edici ve düşündürücü sineması bir kez daha gündem yaratacak gibi.
  • 'Orphan' (Yön. László Nemes): 'Saul'un Oğlu' ile tanınan László Nemes, bu kez 1950'ler Sovyet işgali altındaki Macaristan'da aile sırlarıyla yüzleşen 12 yaşındaki bir çocuğun hikayesini sepya tonlarında, ağır bir dramla anlatıyor. Film, görsel olarak etkileyici bulunsa da, anlatısal olarak durağan olduğu yönünde eleştiriler alıyor. Tarihi dramlarda estetiğin hikaye akışına feda edilip edilmediği sorusunu akla getiriyor. Nemes’in filmi, Altın Aslan için yarışan yapımlar arasında yer alırken, 35mm renkli negatif işleme, tarama, dijital renk düzenleme ve analog görüntü ve ses kaydı için NFI Filmlab’ı tercih etti. Laboratuvar, bünyesinde barındırdığı yüksek vasıflı profesyonelleri ve işlerine olan titiz yaklaşımlarıyla öne çıkarken, film için 140 saatten fazla renk düzenlemesi yapılarak '35mm baskıda daha önce hiç görülmemiş eşsiz bir kalite' elde edildiği belirtiliyor.
  • 'Memory' (Yön. Vladlena Sandu): Ukraynalı yönetmen Vladlena Sandu'dan gelen bu yapım, savaşın bir çocuğun gözünden deneyimini anlatan dokunaklı bir anıt kolajı niteliğinde. Grozny'nin savaşla dolu anılarını çarpıcı bir şekilde resmeden film, 'kuşaktan kuşağa aktarılan travmanın ızdıraplı, acil ve büyüleyici bir portresi' olarak övgüyle karşılanıyor. Günümüz dünyasında savaşın yıkıcı etkilerini anlatan bu tür filmlerin önemi yadsınamaz.
  • 'La Grazia' (Yön. Paolo Sorrentino): Paolo Sorrentino, Venedik'i alışılmadık derecede sade bir başkanlık dramasıyla açıyor ve bu sadeliğin filmi daha iyi kıldığı yorumları yapılıyor. Filmin açılış filmi olması, yönetmenin alışılagelmiş gösterişli tarzından uzaklaşarak daha içsel bir anlatıma yöneldiğini gösteriyor. Toni Servillo'nun İtalya Cumhurbaşkanını canlandırdığı film, karakterinin ve filmin kendisinin 'fazla durağan' olduğu ancak 'gizli derinliklere' sahip olduğu belirtiliyor. Sorrentino'dan beklenen gösteriş yerine daha içe dönük bir anlatım sunması, bazı izleyiciler için sürpriz olabilir. Film, Lido'da dört dakika boyunca ayakta alkışlandı.

Daniele Vicari'den 'Ndrangheta Suikastçısının Sarsıcı Hikayesi: 'Ammazzare stanca'

İtalyan sinemasının önemli yönetmenlerinden Daniele Vicari, Venedik Film Festivali'nde dünya prömiyerini yapacak olan yeni filmi “Ammazzare stanca. Autobiografia di un assassino” (Öldürmek Yorar. Bir Suikastçının Otobiyografisi) ile adından söz ettiriyor. Film, Calabria merkezli güçlü suç örgütü 'Ndrangheta'nın eski suikastçılarından Antonio Zagari'nin sarsıcı otobiyografisinden ilham alıyor. Vicari, bu projeyle sadece bir mafya hikayesi anlatmak yerine, insan doğasının derinliklerine inen, özgürlük arayışını ve şiddetin yıkıcı etkilerini sorgulayan evrensel bir temayı işliyor. Daniele Vicari'nin 'Ndrangheta Suikastçısı filmi hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Sıra Dışı Bir Suikastçının Gözünden: Antonio Zagari'nin İç Dünyası

Yönetmen Vicari, Variety'ye verdiği röportajda, okuma yazması dahi kısıtlı olan Zagari'nin kendi hayatıyla ilgili vardığı sonucun, birçok entelektüel, filozof veya gazeteciden çok daha çarpıcı olduğunu belirtiyor: "Birini öldürdüğün an, aslında kendini de öldürürsün." Bu cümle, filmin ve Zagari'nin hikayesinin temelini oluşturuyor. Bir mafya patronunun oğlu olarak doğup, adeta bir kadere hapsolan Zagari'nin, dayatılan yola karşı kendi kaderini şekillendirme arzusu, Vicari'ye göre evrensel bir hissiyatı yansıtıyor.

Vicari, "Biz de birçok kuralın tutsağıyız. Bazen onları değiştirebiliriz, bazen de bizi ezerler. Bu şiddet dolu adamın en önemli şeyden, yani özgürlükten yoksun olduğunu fark etmesinde güzel bir şeyler var," sözleriyle filmin ana temasını özetliyor.

Kanın İtici Gücü ve Yazmanın Kurtuluşu

Antonio Zagari'nin hikayesini benzersiz kılan noktalardan biri, işlediği cinayetlere karşı vücudunun fiziksel olarak isyan etmeye başlaması, özellikle kana karşı geliştirdiği tiksinti. Yönetmen, kendi çocukluğundan bir domuz kesimi anısıyla bu durumu ilişkilendiriyor ve her insanın içinde gizemli bir şeyler sakladığını vurguluyor. Zagari'nin kendi ifadesiyle "katil" olmaktan duyduğu bu tiksinti, onun içsel çatışmasının somut bir göstergesi haline geliyor. Daha da ilginci, Zagari'nin hapishanede geçirdiği dönemde yazarak özgürleşme yolunu seçmesi. Okuma yazması kısıtlı olmasına rağmen, kitabına savaş sonrası İtalyan edebiyatının önemli eserlerinden Cesare Pavese'nin "Lavorare stanca" (Zor İş) adlı romanına gönderme yaparak "Ammazzare stanca" başlığını vermesi, onun içsel zenginliğinin ve entelektüel bir uyanışın işareti olarak görülüyor. Yazmak, ona kendi şiddet dolu geçmişinden uzaklaşma ve kendini ifade etme imkanı sunuyor.

Mafya Anlatılarına Eleştirel Bir Bakış ve 'Ndrangheta'nın Kodları

Sen,Nexus Değer Katıyor: 'Ndrangheta'nın Gölgesi

'Ndrangheta, Sicilya mafyası Cosa Nostra'dan daha az bilinen ancak küresel uyuşturucu ticareti ve karapara aklama ağlarıyla çok daha güçlü ve acımasız olduğu kabul edilen bir İtalyan suç örgütüdür. Calabria bölgesinden dünyaya yayılan bu yapı, aile bağlarına dayalı katı hiyerarşisiyle bilinir. Antonio Zagari'nin içeriden ifşaatları, bu tür örgütlerin yalnızca isimleri değil, aynı zamanda gizli kodlarını ve işleyiş mekanizmalarını da ortaya koyarak, onların dokunulmazlık algısını derinden sarsar. Bu nedenle, Zagari gibi isimler mafya dünyasının en nefret edilen figürleri arasında yer alır.

Daniele Vicari, daha önce Mafya tarafından öldürülen gazeteci Giuseppe "Pippo" Fava'nın hikayesini anlattığı "Prima che la notte" filminden sonra bir daha "mafya filmi" çekmek istemediğini belirtiyor. Ancak Antonio Zagari'nin hikayesi, onu bu konuya yeniden yaklaştırıyor. Vicari, bu filmin tipik bir gangster filmi olmadığını, aksine Zagari'nin kendi kurallarının tutsağı olan bir "samuray" gibi ele alındığını vurguluyor. Film, gangster filmlerinde sıkça görülen "babanın yerini alma ve imparatorluğu büyütme" mitini de yıkıyor; Antonio, sadece babasına değil, tüm örgüte ihanet ederek bu "mirası" reddediyor. Onun bu eylemi, mafya içindeki onur ve sadakat kavramlarını temelden sarsıyor. Zagari'nin 'Ndrangheta'nın şifreli dilini ifşa etmesi, onu mafya tarafından en çok nefret edilen kişilerden biri haline getiriyor.

Vicari, Zagari'nin kendi eylemlerini adeta bir gangster filmi anlatır gibi mizahi bir dille aktardığını, ancak bu mizahın morbid bir ironi taşıdığını dile getiriyor. Bu durum, Zagari'nin yaşadığı acı ve şiddetle başa çıkma yolunu, trajediyi şakayla hafifletme çabasını ortaya koyuyor. Vicari, pahalı giysilere, lüks arabalara ve geniş bir orduya sahip olsalar bile bu insanların sefil olduğunu, Zagari'nin de kitabında açıkça belirttiği gibi, 'Ndrangheta üyesi olmanın hiçbir onuru olmadığını vurguluyor. Bu, Zagari'nin kendini hapseden örgütü içeriden nasıl yıktığının çarpıcı bir göstergesi.

Oyuncu Kadrosu ve Yapım Bilgileri

Başrolünde Gabriel Montesi'nin yer aldığı filmde, Vinicio Marchioni, Selene Caramazza ve Andrea Fuorto gibi isimler de dikkat çekiyor. Mompracem ve Rai Cinema ortak yapımı olan filmin uluslararası satışlarını Beta Cinema üstleniyor.

Neden Önemli: Şeytanın Avukatı Perspektifiyle

Bu tür hikayeler, suç dünyasının acımasız gerçeklerini gözler önüne sererken, aynı zamanda insan ruhunun karmaşıklığını da sorgulatır. Bir suikastçının içsel dönüşümünü ve özgürlük arayışını merkeze almak, bazı okuyucular için bir katili "insanlaştırma" çabası olarak algılanabilir ve etik tartışmaları beraberinde getirebilir. Ancak Vicari'nin yaklaşımı, Zagari'nin eylemlerini aklamak yerine, onu bir sistemin kurbanı ve aynı zamanda o sistemi ifşa eden bir figür olarak sunuyor. Bu, izleyiciye suçun sadece dışsal bir olgu olmadığını, bireyin iç dünyasında yarattığı tahribatı ve kaçınılmaz sonuçlarını derinlemesine düşünme fırsatı veriyor. Film, modern dünyanın ezici baskıları karşısında kendi "kanımızdan tiksinme" yeteneğimizi yitirip yitirmediğimiz sorusunu da sorarak güncel bir eleştiri sunuyor.

Meksika Sinemasından Önemli Bir Ses: David Pablos'un 'On the Road'u

Venedik Film Festivali Ufuklar (Horizons) bölümünde dünya prömiyerini yapan David Pablos imzalı 'On the Road' filmi, izleyiciyi Meksika'nın kuzeyindeki hiper-erkekçi uzun yol kamyonculuk dünyasına davet ediyor. Filmin merkezinde, yol kenarı lokantalarında kamyon şoförleriyle takılan isyankar genç bir serseri olan Veneno karakteri yer alıyor. Acilen bir yolculuğa ihtiyaç duyarken, içine kapanık ve sert bir şoför olan Muñeco ile tanışır. Veneno, Muñeco'yu kendisini bu zorlu yolculuğa çıkarmaya ikna eder ve ikili arasında beklenmedik bir yakınlaşma başlar. Ancak Veneno'nun geçmişinden gelen gölgeler, ikisinin de hayatını riske atacak şekilde yeniden su yüzüne çıkar. Başrollerinde profesyonel olmayan aktör Victor Miguel Prieto ve deneyimli oyuncu Osvaldo Sánchez (“Pedro Páramo”) yer alıyor. Filmin yapımcılığını, Meksika sinemasının önde gelen figürlerinden Inna Payán ve “Andor” dizisinin yıldızı Diego Luna gibi isimler üstleniyor. Bu güçlü drama-gerilim, daha şimdiden İtalyan dağıtım şirketi I Wonder Pictures tarafından satın alınarak küresel bir yolculuğa çıkacağının sinyallerini verdi. I Wonder Pictures'ın temsilcisi Giorgia Fassiano'nun Variety'ye yaptığı açıklama bu vizyonu net bir şekilde ortaya koyuyor:

“'On the Road', I Wonder Pictures'ın editoryal çizgisini mükemmel bir şekilde yansıtan, korkusuz ve duygusal açıdan çiğ bir yolculuk: Cesur, auteur odaklı sinema, az temsil edilen sesleri yükseltir ve baskın anlatılara meydan okur. Şiirsel yoğunluğu ve radikal dürüstlüğü, izleyiciyi etkileyen, rahatsız eden ve filmin bitiminden çok sonra bile akıllarda kalan filmlere olan bağlılığımızla örtüşüyor.”

I Wonder Pictures, daha önce “Everything Everywhere All at Once,” “The Zone of Interest,” ve “Eddington” gibi eleştirel ve ticari başarılar elde etmiş yapımları da dağıtmıştı. David Pablos, "The Chosen Ones" (Las Elegidas) ile Cannes Film Festivali'nde (Un Certain Regard) ve San Sebastián Film Festivali'nde (Horizontes Latinos) gösterilen önceki çalışmalarıyla da uluslararası alanda tanınan bir isim. Ayrıca "Dance of the 41" (El Baile de los 41) ve Amazon Western dizisi "The Head of Joaquín Murrieta" gibi yapımlarıyla da dikkat çekerek Meksika sinemasının derinliğini ve çeşitliliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Sonuç: Sohbeti Tetikleyen Bir Yapım

"After the Hunt", sadece bir sinema filmi olmanın ötesinde, günümüz toplumunun karşı karşıya olduğu hassas konuları, kişisel gerçekleri ve "iptal kültürü" gibi kavramları cesurca mercek altına alan bir yapım olarak öne çıkıyor. Luca Guadagnino'nun sanatsal cüretkarlığı, Julia Roberts'ın güçlü savunması ve filmin temelindeki diyalog çağrısı, "After the Hunt"ın Venedik'te başlattığı sohbetin sinema salonlarının dışına taşarak daha geniş kitlelere yayılacağına işaret ediyor. Bu film, izleyicisine yalnızca bir hikaye sunmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi inançlarını sorgulama ve toplumsal konular üzerinde düşünme fırsatı veriyor.

Venedik Film Festivali 2025, sinemanın geleceğine yön veren yapımları ve eleştirel tartışmaları şimdiden başlatmış durumda. Latin Amerika sinemasının güçlü seslerinden Daniel Hendler'ın merakla beklenen üçüncü uzun metraj filmi “A Loose End” (Un cabo suelto) gibi önemli yapımlara da ev sahipliği yapan festival, Parallax Films'in küresel satış haklarını üstlenerek uluslararası arenadaki görünürlüğünü artıran Lee Hong-chi'nin 'A Dance in Vain'i gibi genç yeteneklerin eserlerini vitrine çıkarmanın yanı sıra, usta yönetmenler Coppola (Mike Figgis'in "Megadoc" belgeseli sunumu için) ve Herzog (Angolan yaylalarındaki "Ghost Elephants" belgeseli galası ve masterclass ile) gibi efsanevi isimleri onurlandırarak dünya sinemasına yön veriyor. Oscar yarışının başladığı ve ülkelerin adaylarını açıklamaya devam ettiği bu dönemde, İranlı yönetmenler Morteza Ahmadvand ve Firouzeh Khosrovani'nin ortak imzasını taşıyan ‘Past Future Continuous’ adlı belgesel de ekleniyor. Venedik Film Festivali'nin 'Venedik Günleri' bölümünde dünya prömiyerini yapacak olan bu dokunaklı yapımın uluslararası satış hakları ise bağımsız film dağıtımında önemli bir oyuncu olan Taskovski Films tarafından alındı. Önümüzdeki günlerde açıklanacak ödüller ve detaylı incelemelerle festivalin sinema dünyasındaki yankıları daha da büyüyecek. 16 Aralık'ta açıklanacak 15 filmlik kısa liste ve 22 Ocak'taki Oscar adaylıkları ise sinema tutkunları tarafından merakla bekleniyor.

Bu gelişmeleri ve sinema dünyasından daha fazlasını takip etmek için Sen,Nexus'u takipte kalın.

Kaynak: Variety – Luca Guadagnino Explains How Woody Allen Inspired Opening Credits of #MeToo-Themed ‘After the Hunt’

```