Hollywood'un sivri dilli isimlerinden Seth Rogen, ortak yaratıcısı olduğu ve başrolünde yer aldığı Apple TV+'ın dikkat çeken yapımı "The Studio"nun ikinci sezonu için Venedik Film Festivali'nde adeta bir "araştırma gezisine" çıktı. Eğlence sektörünün iç yüzünü mizahi bir dille ele alan dizi için Rogen'ın festivaldeki gözlemleri ve notları, yeni sezonda karşımıza çıkabilecek çarpıcı sahnelere ilham verebilir.
Venedik'te Gözlemci Bir Stüdyo Patronu
Film festivalinin yoğun atmosferinde Rogen, yalnızca bir konuk olmanın ötesine geçerek, dizide canlandırdığı hayali stüdyo başkanı Matt Remick'in olası maceraları için materyal topladı. Dwayne "The Rock" Johnson'ın başrolünde olduğu "The Smashing Machine" filminin basın toplantısına katılan ve galasında kırmızı halıya çıkan Rogen, filmin 15 dakikalık ayakta alkışlanmasını telefon ve dijital kamerasıyla detaylı bir şekilde kaydetti. Johnson ve yönetmen Safdie gözyaşlarına boğulurken, Rogen arka sıralardan bu anları ölümsüzleştirmeyi ihmal etmedi. Hatta after-party'de davetlilerle sohbet ederken ve bolca fotoğraf çekerken, organizatörler tarafından kendisine "The Snapping Machine" (Fotoğraf Makinesi) lakabı takıldığı bile belirtildi.
İtalyan web sitesi Adnkronos'a konuşan Rogen, festivalde "The Studio"nun ikinci sezonu için "mekan araştırması" yaptığını doğruladı. Bu açıklama, dizinin gerçek olaylardan ve mekanlardan ne kadar beslendiğinin bir göstergesi olarak kabul ediliyor.
Sektörden Gelen Tepkiler ve Emmy Başarısı
"The Studio", ilk sezonunda elde ettiği 23 Emmy adaylığı ile bir komedi dizisi için rekor kırarak geçen yıl "The Bear" tarafından belirlenen en çok aday gösterilen komedi dizisi rekorunu egale etti. Bu başarı, dizinin eleştirel anlamda da büyük bir beğeni topladığının kanıtı niteliğinde.
Sony'nin stüdyo başkanı Tom Rothman'ın dizinin her bölümünde "parlak, kör edici bir gerçeğin çekirdeği" olduğunu ancak "geri kalan her şeyin saçmalık" olduğunu belirtmesi, sektör içinden gelen çelişkili görüşleri de gözler önüne seriyor. Bu eleştirel bakış açısı, "The Studio"nun sektördeki yerini ve yarattığı tartışmaları daha da ilginç kılıyor. Rothman'ın bu "iğneleyici" yorumunun ikinci sezondaki olay örgüsüne nasıl yansıyacağı ise merak konusu.
Gerçeklik ve Mizah Arasındaki İnce Çizgi
Seth Rogen'ın Venedik'teki bu "araştırma" süreci, eğlence sektörünün aslında ne kadar da kendi kendisiyle dalga geçmeye açık olduğunu gösteriyor. Bir yandan prestijli film festivallerinde yaşanan ihtişamlı anlar, diğer yandan perde arkasındaki absürtlükler, "The Studio" gibi yapımlar için zengin bir kaynak teşkil ediyor. Dizinin bu tür gerçek olaylardan ilham alarak sektörün sorunlarını, çelişkilerini ve komik yanlarını eleştirel bir gözle yansıtması, izleyiciye sadece güldürmekle kalmıyor, aynı zamanda sektörün dinamikleri üzerine düşündürüyor. Matt Remick'in su taksisinden düşmesi, partiden kovulması ya da berbat bir filme hak etmediği alkışı aldırmaya çalışması gibi senaryoların, Rogen'ın festivaldeki gerçek gözlemlerinden doğması, izleyicinin diziye olan inancını ve keyfini artıracaktır.
Müzik dünyasının sivri dilli isimlerinden Charli XCX'in de müzikteki yaratıcılığını sinemaya taşıması, onun sanatçı kimliğinin ne denli çok yönlü olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Bağımsız bir filmle bu yola çıkması, ticari kaygılardan ziyade sanatsal bir derinlik arayışında olduğunu gösteriyor. Bu hamle, popüler kültür ikonlarının ana akım projeler yerine, anlatım gücü yüksek, cesur ve niş yapımları tercih etme eğilimini de destekliyor. Nitekim, gişe filmlerinin vazgeçilmez yıldızı Dwayne 'The Rock' Johnson da, Venedik Film Festivali'nde dikkat çeken 'The Smashing Machine' filmiyle bugüne kadarki en dramatik rolüne soyunarak kariyerine farklı bir yön verme arayışına girdiğini dile getirmişti. Johnson gibi isimler, kendilerini aksiyon ve komedi kategorisine hapseden Hollywood kalıplarından sıyrılarak, sanatsal derinliği olan, daha niş projelere yönelme isteğini açıkça ifade ediyor. Benzer bir şekilde, dünya sinemasının en saygın etkinliklerinden 82. Venedik Film Festivali'nde büyük ilgi gören ve bağımsız sinemanın sınırlarını zorlayan bir diğer yapım da, yönetmen Mona Fastvold ve senarist Brady Corbet'in imzasını taşıyan epik müzikal drama 'The Testament of Ann Lee' oldu. 18. yüzyılda Shaker tarikatının kurucusu Ann Lee'nin az bilinen ama etkileyici hikayesine odaklanan bu film, finansman zorluklarına rağmen yaratıcı özgürlükten ödün vermemeyi başararak, Hollywood'un gişe garantili formüllerine meydan okuyan cesur bir adım olarak değerlendirildi. Başrolde Ann Lee'yi canlandıran Amanda Seyfried, rolünü 'aydınlatıcı ve inanılmaz derecede terapötik' olarak tanımlayarak, bu tür niş projelerin oyunculara ne denli farklı bir deneyim sunduğunu bir kez daha gösterdi. Seyfried, 'Mamma Mia 2'den bu yana ilk kez bu kadar farklı bir tarzda şarkı söylediğini, çoğu melodik seslerden ziyade hayvan sesleri gibi olduğunu' belirterek role ne kadar derinlemesine daldığını gözler önüne serdi. Japon animasyon dünyasının dahi isimlerinden Mamoru Hosoda'nın merakla beklenen yeni filmi 'Scarlet' de Venedik Film Festivali'nde yarışma dışı özel gösterimle dünya prömiyerini yaparak dikkatleri üzerine çekti. Batı kültürü ve klasik Avrupa masallarından aldığı ilhamla anime geleneğini yeni bir boyuta taşıyan bu iddialı yapım, özünde Orta Çağ benzeri bir toplumdan gelen prenses Scarlet'in intikam arayışını ve farklı dünyalar arasındaki yolculuğunu konu alıyor. Mamoru Hosoda'nın 'Scarlet' filmi hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 82. Venedik Film Festivali aynı zamanda, Hint sinemasının yeni nesil yeteneklerinden Anuparna Roy'un ilk uzun metraj filmi 'Songs of Forgotten Trees'e de ev sahipliği yaptı. Festivalin Ufuklar (Horizons) bölümüne seçilen ve resmi seçkideki tek Hint yapımı olma özelliğini taşıyan bu drama, Roy'un kişisel ve içten hikaye anlatımına olan inancını pekiştirerek, Mumbai'de hayatta kalma ve bağ kurma mücadelesi veren iki göçmen kadının hayatlarına odaklandı. Roy, filminin "cesur yeni sesleri kutlayan bir bölümde Hindistan'ı temsil etmenin hem alçakgönüllülük verici hem de cesaretlendirici" olduğunu vurguladı. Bu tür sanatsal keşiflerin yanı sıra, sinema teknolojisinin sınırlarını zorlayan yenilikçi projelere de kapılarını açtı. Genç İsviçre-Kenyalı yönetmen Damien Hauser, yapay zekayı sadece bir araç olarak değil, anlatının ve yaratıcılığın bir parçası olarak kullandığı 'Prenses Mumbi'nin Anıları' filmiyle festivalin dikkat çeken yapımları arasına girdi. Hauser, filmini yapay zeka olmadan çekemeyeceğini belirtirken, aynı zamanda 'yapay zekanın asla yapamayacağı bir film' yapma amacını taşıyarak teknolojinin sinemadaki rolüne dair derin tartışmaları tetikledi. Film, felaket sonrası 2093 yılının retro-fütüristik Afrika'sında geçen, yapay zekayı sadece bir araç olarak değil, anlatının ve yaratıcılığın önemli bir parçası olarak kullandığı bir aşk ve teknoloji hikayesi sunuyor. Görsel açıdan fütüristik dünyayı yaratmak için 80'ler ve 90'ların eski çizim tekniklerini yapay zeka ile birleştirerek çarpıcı bir estetik yakalayan Hauser, sinemada duygusal nüansın formülden daha önemli olduğunu savunuyor. Festival aynı zamanda, Çinli usta yönetmen Jia Zhangke'nin yapay zeka ve sinemanın geleceği üzerine düzenlediği masterclass'a da ev sahipliği yaparak bu teknolojik dönüşümün farklı boyutlarını ele aldı. Öte yandan, Endonezya sinemasının yükselen yıldızı, ödüllü yönetmen Kamila Andini de “Four Seasons in Java” adlı yeni filmiyle Venedik Gap-Financing Market’ta dikkatleri üzerine çekti. Bu proje, modernleşmenin toplumsal bedelleri ve kadının direnişi gibi güncel temaları işleyerek festivalin çeşitliliğine önemli bir katkı sundu. Bu çeşitliliğin ve yenilikçiliğin yanı sıra, 82. Venedik Film Festivali, sinema dünyasının efsanevi isimlerini ve çeşitli öne çıkan yapımları da bir araya getirdi. Francis Ford Coppola'nın Werner Herzog'a Yaşam Boyu Başarı İçin Altın Aslan ödülünü takdim etmesi, jüri başkanlığını Alexander Payne'in üstlenmesi gibi unutulmaz anlara sahne oldu. Asya sinemasının tartışmasız en tanınmış yüzlerinden biri olan Shu Qi ise otuz yıllık oyunculuk kariyerinin ardından ilk yönetmenlik denemesi 'Girl' (Kız) ile Venedik'te rekabet bölümünde dünya prömiyerini yaparak ve ardından Toronto Uluslararası Film Festivali'nde 'Centrepiece' seçkisine dahil edilerek dikkatleri üzerine çekti. Qi'nin derin kişisel izler taşıyan bu projesi, Tayvan'ın 1988 yılına uzanan çocukluk travmalarının gölgesinde yeşeren bir dostluk hikayesi sunuyordu. Shu Qi'nin yönetmenlik deneyimi ve filminin temaları hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Oscar ödüllü yönetmen Charlie Kaufman da yeni kısa filmi 'How to Shoot a Ghost' ile festivalde yarışma dışı özel bir gösterimle dünya prömiyerini yaparak gündeme geldi. Zihin açıcı filmleriyle tanınan Kaufman'ın bu eseri, ölüm sonrası dünyada arzularıyla yüzleşen iki genç karakterin hikayesini işliyordu. Charlie Kaufman'ın filmi hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Kore sinemasının usta ismi Park Chan-wook'un son filmi 'No Other Choice' ise yönetmenin Yazarlar Birliği (WGA) grevi kurallarını ihlal ettiği iddialarıyla tartışmalara yol açtı. Park Chan-wook'un filmi ve WGA tartışması hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca, Gazze'deki trajik bir olayı konu alan 'Hind Rajab'ın Sesi' gibi dikkat çekici dünya prömiyerleri ve müzik dünyasının ikonik ismi Marianne Faithfull'ın hayatına odaklanan 'Broken English' belgeseli de festivalin öne çıkan yapımları arasında yer aldı. Julia Roberts'ın “After the Hunt” filmiyle katıldığı basın toplantısı ise #MeToo hareketi ve iptal kültürü üzerine yoğun tartışmaları beraberinde getirerek festivalin sadece sinematik değil, toplumsal gündemi de yakaladığını gösterdi. Bu sayede Venedik, bağımsız ve sanat filmlerine kapılarını açarken, küresel sinema dinamiklerini de etkilemeye devam ediyor.
Yayın Platformlarının ve Dijital Yayınların Kültürlerarası Etkileşime Katkısı
Mamoru Hosoda'nın da belirttiği gibi, yaklaşık on yıl öncesine kadar Amerika, Avrupa ve Japonya'da üretilen animasyonlar arasında çok az örtüşme varken, yayın platformlarının yükselişiyle bu durum kökten değişti. Bir anda, dünyanın dört bir yanındaki izleyiciler farklı animasyon ifadelerini daha kolay tüketebilmeye ve anlayabilmeye başladı. Bu, 'Spider-Man: Into the Spider-Verse' ve 'KPop Demon Hunters' gibi sanatsal füzyonlara olanak tanıyarak tarzları ayıran büyük duvarları yıktı. Bu durum, farklı coğrafyalardan gelen izleyicilerin Japon anime'sinin derinliğini, Amerikan animasyonunun dinamizmini ve Avrupa çizgi filmlerinin sanatsal anlatımını daha iyi anlamasını sağladı. Dahası, Venedik Film Festivali gibi etkinliklerde Variety gibi önde gelen yayınların özel dijital edisyonları, festivalin en sıcak haberlerini, merakla beklenen filmlerin detaylı eleştirilerini ve kırmızı halının tüm ışıltılı anlarını dünyanın dört bir yanındaki meraklılara sunarak, sinema eleştirisinin ve haberciliğinin de küresel erişimini artırdı, böylece daha çeşitli seslerin duyulmasına olanak tanıdı. Ancak bu küreselleşme, beraberinde önemli bir tartışmayı da getiriyor: Farklı kültürlerin birbirini beslemesi değerli olsa da, bu durum aynı zamanda belirli bir "küresel standart" yaratma eğilimine yol açabilir mi? Özgün kültürel nüansların, evrensel çekicilik adına törpülenme riski var mıdır? Yoksa bu sadece animasyon sanatının yeni, melez formlar geliştirmesi için bir fırsat mıdır? Bu tartışma, sanatın küresel pazarlarda nasıl evrildiğine dair önemli soruları beraberinde getiriyor.
Apple TV+'da yayınlanacak olan "The Studio"nun ikinci sezonunda, Rogen'ın Venedik'ten topladığı bu yeni materyallerle birlikte çok daha keskin, eğlenceli ve belki de daha tartışmalı bir içerikle karşılaşmamız bekleniyor. Hollywood'un kendi "çıplak gerçeğiyle" yüzleşmesi, mizahın en güçlü silahlarından biri olmaya devam ediyor.
Kaynak: Variety - Seth Rogen Hits the Venice Film Festival for ‘The Studio’ Season 2 Research
```