Hint sinemasının yeni nesil yeteneklerinden Anuparna Roy, ilk uzun metraj filmi "Songs of Forgotten Trees" ile Venedik Film Festivali'nin Ufuklar (Horizons) bölümüne seçilerek büyük bir başarıya imza attı. Cannes ve Berlin ile birlikte 'Büyük Üçlü' festivaller arasında yer alarak Oscar yarışının da önemli bir başlangıç noktası haline gelen 82. Venedik Film Festivali'nin resmi seçkisinde yer alan tek Hint yapımı olma özelliği taşıyan bu drama, Roy'un içten ve kişisel hikaye anlatımına olan inancını pekiştiriyor.
Festival, geleneksel hikaye anlatımının yanı sıra modern teknolojilerin sinemaya etkilerini de gündemine aldı. Genç İsviçre-Kenyalı yönetmen Damien Hauser, Venedik Günleri bölümünde dünya prömiyerini yapan "Prenses Mumbi'nin Anıları" (Memory of Princess Mumbi) filmiyle yapay zekayı sadece bir araç olarak değil, anlatının ve yaratıcılığın ayrılmaz bir parçası olarak kullanarak bu tartışmalara benzersiz bir boyut kattı. Hauser'ın retro-fütüristik Afrika'da geçen filmi, yapay zekayı görsel bir şölen yaratmak için kullansa da, insan dokunuşunun ve duygusal nüansın formülden daha önemli olduğunu vurguluyor. Bu yaklaşım, usta yönetmen Jia Zhangke'nin yapay zeka ve sinemanın geleceği üzerine düzenlediği masterclass'ı ile de zenginleşen festivalin, teknolojinin sanattaki yerini derinlemesine sorguladığını gösterdi. Damien Hauser'ın filmi "Prenses Mumbi'nin Anıları" ve yapay zekanın sinemadaki rolü hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Hintli usta yönetmen Anurag Kashyap tarafından sunulan ve Celluloid Dreams tarafından temsil edilen film, Mumbai'de hayatta kalma ve bağ kurma mücadelesi veren iki göçmen kadının hayatlarına odaklanıyor. Hırslı bir oyuncu olan Thooya, şehirde fırsatlar yaratmak için güzelliğini ve zekasını kullanırken, şirket çalışanı Swetha ile "şeker babasının" lüks dairesini paylaşmaya başlar. Görünüşte farklı dünyalardan gelen bu iki kadının kırılgan bağlantısı, kişisel geçmişleri, arzuları ve yaraları yüzeye çıktıkça test edilir. Mumbai'nin dur durak bilmeyen nabzı eşliğinde, film kadınların derin iç dünyalarını ve ilişkilerin karmaşıklığını incelikle işliyor.
"Songs of Forgotten Trees" ile Venedik Ufuklar bölümüne seçilmek benim için derinden anlamlı bir dönüm noktası," diyen Roy, "Bu benim ilk anlatısal uzun metraj filmim ve kısa filmlerden sonra bu tanıma, sessiz, kişisel hikaye anlatımına olan inancımı pekiştiriyor. Cesur yeni sesleri kutlayan bir bölümde Hindistan'ı temsil etmek hem alçakgönüllülük verici hem de cesaretlendirici. Bu bana, hikayelerimize, kendi şartlarımızda anlatıldıkları takdirde yer olduğunu gösteriyor." şeklinde konuştu.
Proje, Roy'un arkadaşı Jhuma'nın hayatından aniden kayboluşunun kişisel hafızasından besleniyor. Roy, "Jhuma'nın hayatımdan kayboluşu sessiz ama kalıcı bir etki bıraktı," diyor. Bu kişisel anıyı evrensel bir anlatıya dönüştürmek için, olayın kendisine daha az, kayıp, sessizlik ve bazı insanların hayatlarımızdan bir kapanış olmaksızın nasıl kaybolduğuna dair duygusal akımlara odaklandığını belirtiyor. Başlangıçta Jhuma hakkında bir belgesel çekmeyi düşünse de, kurguya yönelmiş. "Kurgu, gerçek insanları korurken deneyimin gerçeğini onurlandırmama izin verdi," diyerek bu tercihin arkasındaki nedeni açıklıyor.
Filmin adının merkezindeki Hollong ağacı, ince bir metafor görevi görüyor. Roy, "Onu bir kısıtlama duygusuyla ele aldım, adeta açıklanmaktan çok hissedilen bir varlık gibi incelikle görünmesine izin verdim," diye belirtiyor. "Hollong ağacı sadece bir görüntü değil; yok oluşun, bir zamanlar canlı olan bir şeyin şimdi solmasının ağırlığını taşıyor. Özellikle Jhuma Nath'ın anılarının geri çekilmesini ve silinmesini yankılıyor."
Bağımsız Sinemanın Destekçileri: Finansmandan Mentörlüğe
Anuparna Roy'un Venedik'e giden yolculuğu, özverili bir yapım ekibinin desteğiyle mümkün oldu. Yönetmen, finansal zorluklarla karşılaştığında yapımcı Romil Modi'nin kritik finansman desteğiyle projeyi ayakta tuttuğunu belirtiyor: "Romil elinden gelen her şeyi ortaya koydu ve ona sonsuza dek minnettarım." 2021'den beri Roy ile işbirliği yapan yapımcı Bibhanshu Rai, filmin Modi ve tecrübeli yapımcı Ranjan Singh (Cannes seçkisi "Kennedy") ile birlikte ortak yapımcılığını üstlendi. Singh'in, projeyi Anurag Kashyap'ın dikkatine sunması, filmin yolculuğunda önemli bir dönüm noktası oldu. Ranjan Singh'in bağımsız sinemacılara olan desteği, Roy için ilham verici bir yaklaşım olarak öne çıkıyor.
Bu finansman zorlukları, Anuparna Roy'un deneyimine benzer şekilde, bağımsız sinemanın genel bir sorunu olarak öne çıkıyor. Örneğin, Mona Fastvold ve Brady Corbet'in 18. yüzyıl Shaker tarikatının kurucusu Ann Lee'nin hikayesini anlatan epik müzikal draması 'The Testament of Ann Lee'nin 10 milyon dolarlık bütçesini bir araya getirmek hiç de kolay olmadı. Yapımcı Brady Corbet, "Bir Shaker müzikali fikrini satmak, tahmin edebileceğiniz gibi, hiç de kolay bir iş değildi" sözleriyle sektördeki engellere dikkat çekti. Bu durum, özgün ve niş konulara sahip projelere yatırım yapmanın ne denli riskli olduğunu gösterirken, uluslararası işbirliklerinin ve farklı finansman kaynaklarına erişimin kritik önemini de gözler önüne seriyor. Endonezyalı yönetmen Kamila Andini'nin 'Four Seasons in Java' projesinin uluslararası ortak yapımcılarla gücünü birleştirmesi de bu duruma iyi bir örnektir. Andini'nin, modernleşmenin toplumsal bedelleri, iktidar mücadeleleri ve kadının direnişi gibi güncel temaları büyülü gerçekçilikle harmanlayarak Endonezya'nın toplumsal yaralarına mercek tuttuğu bu projesi, festivalin çeşitliliğine önemli bir katkı sunuyor.
Usta yönetmen Anurag Kashyap'ın filmi sunucu olarak desteklemesi, Roy için önemli bir onay niteliğinde. Roy, "Gangs of Wasseypur'u gizlice izlediğimi ve film yapımcılığını kariyer olarak seçtiğimi hatırlıyorum," diyerek Kashyap'ın üzerindeki etkisini dile getiriyor. "Genç sinemacılara şunu söylemek isterim ki Anurag Kashyap sadece harika bir film yapımcısı değil, o bir kurumdur." Bu destek, özellikle Hindistan gibi büyük ve rekabetçi bir sinema endüstrisinde, yeni bir sesin uluslararası arenada tanınması için paha biçilmez bir itici güç sağlıyor.
Hikayeyi Destekleyen Sanatsal Dokunuşlar
Görüntü yönetmeni Debjit Samanta, karakterlerin yaşanmış gerçekliğine yakın kalmak için doğal ışık ve uzun, gözlemci çekimler kullandı. Roy'un yapım sırasında yaşadığı kiralık daire, hikaye anlatımının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Roy, "Başlangıçta alanı yavaş yavaş ortaya çıkarmak istedim ama sonra evin kendisinin bir karakter haline geldiğini fark ettim, ki bu kaçınılmazdı. Evin neredeyse her alanını kullandık," diye açıklıyor.
Arka Dev, Alok De ve Nishant Ramteke tarafından yaratılan filmin ses tasarımı, Roy'a göre "ses yoluyla bir göç hissi, Mumbai'nin kaotik atmosferi ve karakterin içindeki kaosu sık sık yüksek ve bazen ince bir şekilde" birleştiriyor. Bu detaylar, filmin atmosferini ve karakterlerin iç dünyasını zenginleştirmede kritik rol oynuyor.
Yönetmenin Kökleri ve Gelecek Vizyonu
Anuparna Roy, Batı Bengal'deki Purulia'ya bağlı Narayanpur köyünden geliyor ve Burdwan Üniversitesi'ne bağlı Kulti Koleji'nden İngiliz Edebiyatı derecesine sahip. Sinema kariyerine Hindistan Ulusal Film Geliştirme Kurumu tarafından üretilenler de dahil olmak üzere birçok kısa filmde yardımcı yönetmen olarak başladı. İlk yönetmenlik denemesi olan "Run to the River" adlı kısa filmi, çok sayıda uluslararası festivalde beğeni topladı. Film yapımcılığının yanı sıra, azınlık hakları ve mülteciler üzerine çalışmalarıyla tanınan, yayımlanmış bir yazar.
Geleceğe dönük olarak Roy, "üçüncü dünya sinemasına" ve "insan duygularının tasvirine" ilgi duyduğunu belirtiyor. Belgesel film yapımcılığını yeniden keşfetmeye açık olsa da, kendini "sinemanın bir öğrencisi" olarak görmeye devam ettiğini vurguluyor. Bu yaklaşım, onun sürekli gelişim arayışını ve sanatına olan derin bağlılığını gösteriyor.
Amanda Seyfried: 'The Testament of Ann Lee' ile Venedik'te
Venedik Film Festivali'nde büyük ilgi gören ve bağımsız sinemanın sınırlarını zorlayan bir diğer dikkat çekici yapım ise Mona Fastvold ve Brady Corbet'in imzasını taşıyan epik müzikal drama 'The Testament of Ann Lee' oldu. Film, 18. yüzyılda Shaker tarikatının kurucusu Ann Lee'nin az bilinen ama etkileyici hikayesine odaklanıyor. Yönetmen Mona Fastvold, "Ann Lee'nin görkemli ve harika bir anlatımı hak ettiğini düşündüm. Erkek ikonlarla ilgili kaç tane destansı hikaye izledik? Neden böyle bir kadın hakkında bir hikaye görmeyelim?" diyerek projeye olan tutkusunu ve kadın temsiliyetine verdiği önemi vurguladı. Bu ifade, sinema dünyasında kadın karakterlerin ve liderlerin hak ettiği değeri görmesi gerektiği yönündeki eleştirel bir bakışı da beraberinde getiriyor. İtalya'nın ilk kadın film yönetmeni olarak kabul edilen Elvira Notari'nin unutulmuş hikayesinin belgeselinin de festivalde dünya prömiyerini yapması, bu konudaki farkındalığı artırıyor.
Filmin başrolünde, 18. yüzyıl Hıristiyan tarikatı Shakerlar'ın kurucusu Ann Lee'yi canlandıran Amanda Seyfried yer alıyor. İngiltere, Manchester'da doğan ve dini baskılarla yüzleşen Lee, 1776'da küçük bir grup takipçisiyle ABD'ye göç ederek cinsiyet eşitliği, faydacı tasarım, coşkulu şarkı söyleme ve bekarlığıyla bilinen bir ütopik toplum kurdu. Fastvold, Seyfried'i Ann Lee rolü için 'nezaket ve şefkatin' yanı sıra 'güç ve deliliğin' eşsiz bir birleşimi olduğu için seçtiğini belirtti. Seyfried ise rolünü 'aydınlatıcı ve inanılmaz derecede terapötik' olarak tanımlarken, "Daha önce hiç bu şekilde serbest bırakılmadım. İnanılmazdı ama bir lideri oynamak da zordu" dedi.
Seyfried'ın Sahnedeki Benzersiz Şarkı Performansı
Seyfried, 'Mamma Mia 2'den bu yana ilk kez bu kadar farklı bir tarzda şarkı söylediğini belirtti. "Çoğu melodik seslerden ziyade hayvan sesleri gibiydi" diyen Seyfried, bir şarkı için "ihtiyaçlarımı, kulağımı, Amanda'nın ihtiyaçlarını bırakmam gerektiğini, tutkuyu, hamlığı, kederi ve umutsuzluğu barındıran sesi bulmak" için çok deneme yaptığını açıkladı. Bu detaylar, Seyfried'in role ne kadar derinlemesine daldığını ve karakterin iç dünyasını sesine nasıl yansıttığını gözler önüne seriyor.
Shakerlar Kimdir? Kısa Bir Bakış
- Köken: 18. yüzyılda İngiltere'de ortaya çıkan, dini zulümden kaçarak ABD'ye göç eden bir Hıristiyan mezhebi.
- İnançlar: Coşkulu şarkı ve hareketlerle ibadet etmeleri, cinsiyet eşitliğini savunmaları, faydacı tasarımları ve bekarlığı benimsemeleriyle bilinirler.
- Yaşam Tarzı: Kendi kendine yeten, komünal yaşam tarzını benimsemiş ve basitliği yücelten bir topluluktu.
'The Testament of Ann Lee', sadece bir film olmanın ötesinde, bağımsız sinemanın ruhunu, cesur hikaye anlatıcılığını ve kadın liderlerin tarihteki yerini yeniden keşfetmenin bir manifestosu niteliğinde. Seyirciler, bu sıra dışı müzikal drama ile hem tarihi bir yolculuğa çıkacak hem de sinemanın sınırlarını zorlayan bir yapımla karşılaşacak.
Festivalden Diğer Öne Çıkanlar: Çeşitlilik ve Küresel Gündem
Anuparna Roy ve Amanda Seyfried'in filmlerinin yanı sıra 82. Venedik Film Festivali, sinema dünyasının farklı köşelerinden gelen çok sayıda önemli yapım ve tartışmaya ev sahipliği yaptı. Asya sinemasının tanınmış yüzlerinden Shu Qi, otuz yıllık oyunculuk kariyerinin ardından ilk yönetmenlik denemesi 'Girl' (Kız) ile Venedik'te rekabet bölümünde dünya prömiyerini yaparak dikkatleri üzerine çekti. Qi'nin Tayvan'ın 1988 yılına uzanan çocukluk travmalarının gölgesinde yeşeren bir dostluk hikayesini sunan projesi, ardından Toronto Uluslararası Film Festivali'nde 'Centrepiece' seçkisine dahil edildi. Shu Qi'nin yönetmenlik deneyimi ve filminin temaları hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Oscar ödüllü yönetmen Charlie Kaufman da yeni kısa filmi 'How to Shoot a Ghost' ile festivalde yarışma dışı özel bir gösterimle dünya prömiyerini yaparak gündeme geldi. Zihin açıcı filmleriyle tanınan Kaufman'ın bu eseri, ölüm sonrası dünyada arzularıyla yüzleşen iki genç karakterin hikayesini işliyordu. Charlie Kaufman'ın filmi hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Kore sinemasının usta ismi Park Chan-wook'un son filmi 'No Other Choice' ise yönetmenin Yazarlar Birliği (WGA) grevi kurallarını ihlal ettiği iddialarıyla tartışmalara yol açtı. Park Chan-wook'un filmi ve WGA tartışması hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca, Gazze'deki trajik bir olayı konu alan 'Hind Rajab'ın Sesi' gibi dikkat çekici dünya prömiyerleri ve müzik dünyasının ikonik ismi Marianne Faithfull'ın hayatına odaklanan 'Broken English' belgeseli de festivalin öne çıkan yapımları arasında yer aldı. Julia Roberts'ın “After the Hunt” filmiyle katıldığı basın toplantısı ise #MeToo hareketi ve iptal kültürü üzerine yoğun tartışmaları beraberinde getirerek festivalin sadece sinematik değil, toplumsal gündemi de yakaladığını gösterdi.
Festivaldeki tüm bu gelişmeleri, eleştirileri ve kırmızı halı şıklığını coğrafi sınırlamalara takılmadan küresel bir kitleye ulaştıran Variety'nin dijital günlükleri gibi platformlar sayesinde Damien Hauser ve Kamila Andini gibi yönetmenlerin projeleri ile Shu Qi'nin ilk yönetmenlik denemesi gibi önemli yapımların uluslararası görünürlüğü artıyor.
SenNexus Yorumu: Bağımsız Sinemanın Yükselişi ve Küresel Anlatıların Önemi
Anuparna Roy'un "Songs of Forgotten Trees" filmi, sadece kişisel bir başarı değil, aynı zamanda küresel sinema sahnesinde bağımsız seslerin ve özgün anlatıların giderek daha fazla yer bulduğunu gösteren önemli bir örnek. Bu yılki festivalin açılış töreninde, sinemanın iki dev ismi, Francis Ford Coppola'nın usta yönetmen Werner Herzog'a Yaşam Boyu Başarı İçin Altın Aslan ödülünü takdim etmesi gibi tarihi anlara sahne oldu. Ayrıca, 'The Holdovers', 'Election' ve 'Sideways' gibi başarılı filmlerin yönetmeni Alexander Payne'in jüri başkanlığını üstlenmesi, festivalin sanatsal çizgisini bir kez daha ortaya koydu. Özellikle Hint sineması gibi devasa bir endüstriden çıkan bu tür filmler, Bollywood'un ana akım ticari yapımlarının ötesinde, daha derin ve sosyopolitik anlamlar taşıyan hikayelere olan ihtiyacı da ortaya koyuyor. Venedik gibi prestijli bir festivalin, ticari beklentilerden ziyade sanatsal değere odaklanan bir yapımı seçmesi, bağımsız sinemacıların karşılaştığı finansal ve dağıtım zorluklarına rağmen yaratıcılığın ve özgünlüğün her zaman bir yol bulabileceğini kanıtlıyor. Bu bağlamda, festival sadece bağımsız seslere değil, aynı zamanda gişe odaklı kariyerlerini dramatik rollerle zenginleştirmek isteyen büyük yıldızlara da platform sağlıyor. Bunun en güncel örneklerinden biri, Dwayne 'The Rock' Johnson'ın UFC şampiyonu Mark Kerr'i canlandırdığı 'The Smashing Machine' filminin de bu yıl Venedik'te büyük ilgi görmesi. Johnson, bu rolle Hollywood'un kendisini aksiyon ve komedi kategorisine hapsettiği algısını kırmak ve 'pigeonholed' olmaktan kurtulmak istediğini açıkça belirtti. Emily Blunt ve Benny Safdie gibi isimlerin teşvikiyle, Johnson'ın ağrı kesici bağımlılığı ve kişisel dramları olan bir karakteri, kapsamlı makyaj ve protezlerle neredeyse tanınmaz hale gelerek canlandırması, festivalin sanatsal derinliğe verdiği önemin bir başka göstergesi olarak yorumlanabilir. Benny Safdie'nin ilk solo yönetmenlik denemesi olan bu film, Johnson'ın kariyerinde önemli bir dönüm noktası teşkil ederken, onun da tıpkı bağımsız sinemacılar gibi kendi 'şartlarında' bir hikaye anlatma arayışını yansıtıyor. Bu durum, gelecekte daha fazla yönetmenin kendi "şartlarında" hikayeler anlatması için cesaret verici bir sinyal niteliğinde. Ancak, bu tür filmlerin festival sonrası geniş kitlelere ulaşması, bağımsız dağıtım ağlarının gücü ve uluslararası platformların desteğiyle mümkün olabiliyor. Bu da bağımsız yapımcılar için aşılması gereken önemli bir engel olarak kalmaya devam ediyor.
Özellikle "göçmen kadınlar" gibi temaların işlenmesi, günümüz dünyasının en acil sosyal meselelerinden birine ışık tutuyor ve sinemanın toplumsal farkındalık yaratma gücünü vurguluyor. Roy'un bu temaları kişisel bir kayıptan yola çıkarak evrensel bir düzeye taşıması, sanatın dönüştürücü potansiyelini gözler önüne seriyor. Bu filmler, sadece ödül kazanmakla kalmayıp, aynı zamanda farklı kültürler ve yaşam deneyimleri arasında köprü kurarak, izleyiciye empati ve anlayış kazandırıyor.
Festival, sinemanın geleceğini şekillendiren teknolojilere de geniş yer verdi. Damien Hauser'ın "Prenses Mumbi'nin Anıları" filmiyle yapay zekayı bir anlatım aracı olarak kullanması ve Jia Zhangke'nin masterclass'ında yapay zekanın sinemadaki rolünü tartıştırması, bu değişimin önemli göstergeleriydi. Hauser'ın "Şimdiye kadar dünyadaki hikayeleri hep Hollywood anlatıyordu" diyerek, yapay zeka sayesinde Afrikalı film yapımcılarının kendi hikayelerini daha iyi anlatabileceği vizyonu, bağımsız sinemanın küresel olarak demokratikleşmesi adına umut verici bir sinyal taşıyor. Bu, sinema araçlarının uzun süredir ayrıcalıklı azınlığın elinde olmaktan çıkıp, daha geniş coğrafyalardaki yeteneklere ulaşmasının önünü açarak kültürel çeşitliliği ve farklı bakış açılarını zenginleştirecek. Yapay zeka ile yaratılan görsellerin ve hikaye kurgusunun, insan duygusunun ve özgünlüğün yerini alamayacağı vurgusu, teknolojinin bir araç, insan yaratıcılığının ise temel itici güç olduğu düşüncesini pekiştiriyor.
Filmin oyuncu kadrosunda Thooya rolünde Naaz Shaikh, Sweta rolünde Sumi Baghel, Nitin rolünde Bhushan Shimpi, Sweta'nın erkek arkadaşı rolünde Ravi Maan ve Nitin'in eşi rolünde Lovely Singh yer alıyor.
Kaynak: Anuparna Roy'un filmi hakkında daha fazla bilgi için Variety'nin orijinal haberini, Damien Hauser'ın "Prenses Mumbi'nin Anıları" filmi ve yapay zeka entegrasyonu üzerine detaylar için Variety'nin özel haberini, Dwayne Johnson'ın kariyerindeki dramatik değişimle ilgili detayları ise Dwayne Johnson 'The Smashing Machine' ile Venedik Film Festivali'nde Kariyer Değişimi başlıklı haberimizde bulabilirsiniz. Mona Fastvold'un yönettiği 'The Testament of Ann Lee' filmi ve Amanda Seyfried'ın performansına dair detaylar için ilgili haberimize göz atabilirsiniz.