Sinema dünyası, kutsal kabul edilen figürlere derinlemesine ve alışılmadık bir bakış açısı sunan yapımlarla sıkça gündeme geliyor. Bu trendin son örneklerinden biri olan ve ünlü oyuncu Noomi Rapace'in ikonik Rahibe Teresa'yı canlandırdığı "Mother" filmi, Venedik Film Festivali'nin prestijli Ufuklar (Horizons) bölümünün açılışını yapmaya hazırlanıyor. Festival aynı zamanda, ünlü İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino'nun yeni filmi "La Grazia" (Lütuf) ile de genel açılışını yapacak. Her iki filmden yayınlanan ilk fragmanlar, izleyicilere bu dikkat çekici yapımlar hakkında ilk ipuçlarını veriyor.
Rahibe Teresa'nın Dönüm Noktası: Film Neyi Anlatıyor?
Yönetmen Teona Strugar Mitevska'nın imzasını taşıyan "Mother", tarihin en karmaşık dini figürlerinden birinin oluşum dönemine ışık tutuyor. Ağustos 1948'de Hindistan'ın Kalküta şehrinde geçen film, Loreto Kız Kardeşleri Manastırı'nın başrahibesi olan Teresa'nın, manastırından ayrılma ve yeni bir dini düzen kurma iznini endişeyle beklediği yedi kritik günü ele alıyor. İngilizce çekilen drama, geleceğin azizesinin hırsını ve inancını sorgulatan zorlu bir ikilemle yüzleştiği bu dönüm noktasını merkezine alıyor.
Geleneksel Aziz İmajının Ötesinde Bir Portre
"Filmin başkarakterini geleneksel bir azize olarak değil, neredeyse çok uluslu bir şirketin acımasız ve hırslı bir CEO'su olarak konumlandırıyorum."
- Yönetmen Teona Strugar Mitevska
Yönetmen Mitevska, Rahibe Teresa'nın hayatını daha önce "Teresa and I" adlı belgeselinde de ele almış, karakterini yakından tanıyan son hayatta kalan rahibelerle yaptığı kapsamlı araştırmalardan faydalanmış. Bu derinlemesine çalışma, Mitevska'ya, Teresa'yı alışılagelmiş azize anlatılarının ötesinde, daha gerçekçi ve belki de tartışmalı bir perspektifle sunma imkanı tanıyor.
Mitevska, direktör açıklamasında Rahibe Teresa'nın özellikle kürtaj konusundaki duruşu gibi tartışmalı yönlerini de kabul ettiğini belirtiyor. Ancak film, onu dünya çapında tanınan bir azize haline gelmeden önceki kadın olarak incelemeyi tercih ediyor. Bu yaklaşım, seyircilere dini figürlerin de insani zaaflar ve motivasyonlarla dolu olabileceği gerçeğiyle yüzleşme fırsatı sunarken, 'şeytanın avukatı' bakış açısıyla konuyu farklı bir boyuta taşıyor.
Oyuncu Kadrosu ve Uluslararası Yapım
Başrolde Noomi Rapace'e, Sylvia Hoeks ve Nikola Ristanovski eşlik ediyor. Film, Belçika ve Kuzey Makedonya ortak yapımı olup, Entre Chien et Loup, Sisters and Brother Mitevski, Rainy Days Productions, Frau Film, SCCA/pro.ba ve Raging Films gibi uluslararası şirketleri bir araya getiriyor. Senaryo, Goce Smilevski, Teona Strugar Mitevska ve Elma Tataragić tarafından kaleme alınmış ve yönetmenin tabiriyle geleneksel şehitlik anlatılarından kaçınan "kadın hikayesi" olarak öne çıkıyor.
Öne Çıkan Detaylar
- Film Adı: Mother
- Yönetmen: Teona Strugar Mitevska
- Başrol: Noomi Rapace (Rahibe Teresa)
- Açılış Festivali: Venedik Film Festivali, Ufuklar (Horizons) Bölümü
- Konu: 1948 Kalküta'da Rahibe Teresa'nın yeni dini düzen kurma mücadelesi
- Öne Çıkan Tema: Teresa'nın ruhani yolculuğu, hırsı ve inancı arasındaki ikilem, tartışmalı yönleri
Neden "Mother" Filmi Gündemde? Eleştirel Bir Bakış
Rahibe Teresa gibi dünya çapında tanınan ve hakkında güçlü duygular barındıran bir figürü sinemaya taşımak her zaman büyük bir risktir. Geleneksel olarak 'azize' kimliğiyle anılan bir kişiliğin, yönetmenin 'CEO' benzetmesiyle sunulması, izleyicide farklı beklentiler yaratacaktır. Bu durum, filmin hem hayranlar hem de eleştirmenler arasında yoğun tartışmalara yol açma potansiyeli taşıdığı anlamına geliyor. Mitevska'nın bu cesur yaklaşımı, sadece Rahibe Teresa'nın geçmişini değil, aynı zamanda dini liderliğin ve kadınların kamusal alandaki rolünün karmaşıklığını da sorgulatıyor. Film, bir yandan inancın gücünü gösterirken, diğer yandan kişisel hırsların ve sistem kurma çabalarının insani boyutunu da gözler önüne serecek gibi duruyor. Bu eleştirel çerçeve, filmi sadece bir biyografi olmaktan çıkarıp, güncel toplumsal tartışmalara da bir pencere açmasını sağlıyor.
"Mother" filminin, sinema sanatının güçlü anlatım olanaklarını kullanarak, kutsal kabul edilen kişiliklerin çok yönlülüğünü ve insani boyutunu keşfetme potansiyeli, onu Venedik Film Festivali'nin en çok konuşulan yapımlarından biri yapmaya aday kılıyor. Noomi Rapace'in performansı ve yönetmenin vizyoner yaklaşımı, bu filmi merakla beklenenler arasına sokuyor.
Venedik Film Festivali'nin Açılış Filmi: Paolo Sorrentino'dan "La Grazia"
Venedik Film Festivali, sadece "Mother" gibi tarihi figürlere odaklanan yapımlara ev sahipliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda dünya sinemasının önemli isimlerinin yeni eserlerini de ağırlıyor. Festivalin bu yılki açılışını, Oscar ödüllü ünlü İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino'nun "La Grazia" (Lütuf) adlı merakla beklenen filmi yapıyor. Aynı zamanda Latin Amerika sinemasının güçlü seslerinden Daniel Hendler'ın merakla beklenen üçüncü uzun metraj filmi "A Loose End" (Un cabo suelto) gibi dikkat çekici dünya prömiyerleri de festival programında yer alıyor. Sorrentino, "Muhteşem Güzellik" ve "Genç Papa" gibi ikonik yapımlarıyla tanınan isim Toni Servillo ile bir kez daha işbirliği yapıyor. Servillo, Katolik bir İtalya'da ötanazi yasa tasarısını imzalamakla ilgili vicdani bir çatışma yaşayan kurgusal İtalyan cumhurbaşkanı Mariano De Santis'i canlandırıyor.
Siyasetin İdeal Yüzü ve Ahlaki İkilemler
Sorrentino, daha önceki filmlerinde İtalyan siyasetinin tartışmalı figürlerini (Giulio Andreotti, Silvio Berlusconi) keskin bir dille ele almıştı. Ancak "La Grazia" ile bambaşka bir yola sapıyor. Yönetmen, günümüz siyasetinde sıkça rastlanan fevri kararlar, güç gösterileri ve çarpık ekonomik yaklaşımlar yerine, 'bir siyasetçinin nasıl olması gerektiğini' tasvir etmek istediğini belirtiyor. Bu, yönetmenin siyasetle olan ilişkisinde bir evrime işaret ediyor olabilir. Eleştirel bir gözle bakıldığında, ideal bir siyasetçi portresi çizmek, mevcut siyasi gerçekliklerin karmaşıklığını basitleştirme riski taşısa da, aynı zamanda topluma ilham verme ve beklenti çıtasını yükseltme potansiyeli de barındırıyor. Filmin temelini oluşturan ahlaki ikilemler, yönetmenin gerçek hayattaki bir olaydan ilham almasıyla başlıyor: Sorrentino, yıllar önce İtalyan Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'nın Alzheimer hastası eşini öldüren yaşlı bir adamı affetmesiyle ilgili bir haberi okuduğunu ve buradan yola çıkarak, bir cumhurbaşkanının affetme yetkisini kullanmanın ne anlama geldiğini sorguladığını belirtiyor. Bu sorgulama, ötanazi yasa tasarısının imzalanması gibi daha büyük bir etik sorunsalla birleşiyor.
"Her gün haberlerde siyasetçilerin fevri, güç gösterisiyle ve ekonominin işleyişine dair tuhaf çarpık fikirlerle alınan kararlarını okuyoruz. Bunun yerine, bir siyasetçinin nasıl olması gerektiğini tasvir etmek istedim," diyerek filmine ilham veren düşünceyi açıklıyor.
- Yönetmen Paolo Sorrentino
Ötanazi Tartışması: Hayatın Kutsallığına Dair Zor Sorular
Ötanazi, dünya genelinde büyük toplumsal ve etik tartışmaları beraberinde getiren bir konu. Özellikle İtalya gibi güçlü Katolik değerlere sahip ülkelerde, yaşam hakkı ve bireysel özerklik arasındaki gerilim, yasal düzenlemeler kadar vicdani bir çıkmazı da ifade eder. 'La Grazia', bu hassas konuyu bir cumhurbaşkanının kişisel ve makamsal sorumlulukları üzerinden ele alarak, seyircilere kendi ahlaki pusulalarını sorgulama fırsatı sunuyor. Film, bir karar vericinin kişisel inançları ile kamusal görevleri arasındaki ince çizgide nasıl yürüdüğünü gözler önüne seriyor.
Servillo'nun Karizması, Baba-Kız Dinamiği ve Modern Kültürle Köprüler
Toni Servillo'nun başrolde yer alması, film için kritik bir önem taşıyor. Sorrentino, Servillo'yu canlandıracağı karakter için düşünmesinin nedenini, Servillo'nun "anında bir otorite hissi vermesi" olarak açıklıyor. Servillo'nun karizması ve doğal insanlığı, cumhurbaşkanının zorlu kararlar karşısında bile empati uyandıran bir figür olmasını sağlıyor. Yönetmen, Servillo'dan karakterini aşırı duygusallıktan uzak tutmasını, “yüzündeki büyük insanlığın yeterli olmasını” istemiş. Filmin otobiyografik yönlerinden biri de cumhurbaşkanı ile kızı Anna Ferzetti arasındaki güçlü bağ. Sorrentino, kendi kızıyla olan ilişkisinden esinlenerek, yaşlı neslin günümüzü eleştirme ve geçmişi yüceltme eğilimine karşı, cumhurbaşkanının kızının fikirlerine güvenerek günümüzü daha iyi anlama çabasını aktarıyor. Bu, özellikle ötanazi yasası konusunda cumhurbaşkanının kızının düşüncelerine dayanarak yasayı imzalamasıyla belirginleşir; bu, geleceğin genç nesle ait olduğu mesajını veriyor.
"La Grazia", sadece siyasi ve etik temalarla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda modern İtalyan kültürüne de bir pencere açıyor. Ünlü İtalyan rapçi Guè'nin müziği, filmin hikaye örgüsüne ustaca işlenmiş. Sorrentino, eşi sayesinde keşfettiği Guè'nin şarkılarındaki "derin insanlıktan" ve "büyük acıdan" etkilendiğini belirtiyor. Özellikle Guè'nin "Le bimbe piangono" şarkısındaki "Chiedo dopo perdono, non prima per favore" (Af dileyeceğim sonra, lütfen daha önce değil) dizesi, yönetmen için bir tür mantra haline gelmiş. Bu işbirliği, yaşlı bir cumhurbaşkanının modern dünyayla uzlaşma çabasını ve genç neslin kültürüne açık oluşunu sembolize ediyor. Annamaria Morelli (Fremantle'a ait The Apartment) ve Sorrentino'nun kendi şirketi Numero 10 tarafından, PiperFilm ile birlikte yapımcılığı üstlenilen 'La Grazia', Mubi tarafından ABD ve diğer büyük bölgelerde dağıtılacak. Film, Paolo Sorrentino'nun onuncu uzun metrajlı filmi ve Toni Servillo ile yedinci ortak çalışması olarak dikkat çekiyor. Venedik Film Festivali gibi önemli etkinlikler, 'La Grazia' gibi ustalık eserlerinin yanı sıra, Daniel Hendler'ın "A Loose End" gibi farklı coğrafyalardan gelen ve yenilikçi bakış açıları sunan filmlerin de dünya çapında tanınmasına olanak tanıyor. Paolo Sorrentino'nun "La Grazia" filmi ve taşıdığı ahlaki ikilemler hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Venedik Film Festivali'nde Gazze Gündemi ve Öne Çıkan Diğer Yapımlar
Venedik Film Festivali, sadece Rahibe Teresa gibi tarihi figürlere odaklanan yapımlara ev sahipliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda güncel ve evrensel insani meselelere ışık tutan filmleri de programına dahil ederek güçlü bir gündem oluşturuyor. Bu yılın en çok dikkat çeken ve tartışılan yapımlarından biri de Gazze'de yaşanan trajik bir olayı konu alan 'Hind Rajab'ın Sesi' (The Voice of Hind Rajab) adlı drama filmi oldu.
Öte yandan, festivalin jüri başkanı ve Oscar ödüllü yönetmen Alexander Payne'in basın toplantısında sergilediği diplomatik duruş, 'sanat siyasetten bağımsız olabilir mi?' tartışmasını bir kez daha alevlendirdi. Basın mensuplarının Gazze'deki duruma ilişkin kişisel görüşlerini sorması üzerine Payne, “Açıkçası, bu soruya biraz hazırlıksız yakalandığımı hissediyorum. Ben buraya sinemayı yargılamak ve konuşmak için geldim. Siyasi görüşlerimin çoğunuzun görüşleriyle örtüştüğünden eminim” ifadelerini kullanarak festivalin sanatsal misyonuna odaklanma çabasını ve aynı zamanda küresel olaylar karşısında sanatçılardan beklenen duruş arasındaki hassas dengeyi gözler önüne serdi. Venedik Film Festivali'ndeki bu gerilimli atmosfer ve detaylı tartışmalar için daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Kaouther Ben Hania'nın yönetmenliğini üstlendiği ve daha önce 'Dört Kız Kardeş' ile 'Derisini Satan Adam' filmleriyle iki Oscar adaylığı kazanmış olan Tunuslu yönetmenin bu yeni eseri, 6 yaşındaki Hind Rajab'ın İsrail güçlerinin saldırısına uğrayan bir araçta mahsur kalışını ve yaşadıklarını gerçek acil durum telefon görüşmelerinin ses kayıtlarını kullanarak izleyiciye aktarıyor. Filmin yönetici yapımcıları arasında Brad Pitt ve Joaquin Phoenix gibi A-list oyuncuların yanı sıra, 'Roma' filminin yönetmeni Alfonso Cuarón, aktris Rooney Mara, 'İlgi Alanı' yönetmeni Jonathan Glazer ve Pitt’in yapım ortağı Dede Gardner gibi sektörün önde gelen isimleri yer alıyor. Bu güçlü destek, filmin uluslararası arenadaki görünürlüğünü ve etkisini artırarak, Gazze'deki insani duruma dikkat çekmede önemli bir rol oynayacağını gösteriyor.
Yönetmen Ben Hania, filmin evrensel bir acıya hitap ettiğini ve bir çocuğun yardım çağrısı yaptığı ancak kimsenin gelmediği bir dünyayı kabul edemediğini vurguluyor. "Bu acı, bu başarısızlık hepimize ait" diyerek filmin sadece Gazze hakkında değil, evrensel bir vicdan meselesi olduğunu belirtiyor. 'Hind Rajab'ın Sesi' filmi, 3 Eylül'de Venedik'te dünya prömiyerini yaptıktan sonra Kuzey Amerika prömiyeri için Toronto Film Festivali'ne geçecek ve festival haftası içinde Filistin yanlısı bir gösterinin de yapılması bekleniyor. Bu durum, Venedik Film Festivali'nin hem güncel olaylara duyarlılığını hem de sanatsal derinliğini gözler önüne seriyor.
Payne'in diplomatik duruşu, festival öncesinde yüzlerce İtalyan ve uluslararası sinemacı ile sanatçının Venedik organizatörlerine gönderdiği açık mektubun gölgesinde yaşandı. Bu mektupta, İsrail hükümeti ve ordusu tarafından Gazze'de devam eden 'soykırım' ve 'etnik temizlik' kınanması talep ediliyor, ayrıca Julian Schnabel'in 'In the Hand of Dante' adlı dramasında rol alan ve İsrail'e açık destek veren Gal Gadot ve Gerard Butler gibi isimlerin festivalden davetlerinin geri çekilmesi isteniyordu. Bu tür çağrıların yanı sıra, Gazze gündeminin festivaldeki ağırlığı, yerel aktivistler tarafından düzenlenen Filistin yanlısı bir gösterinin de festival haftası içinde yapılması planlanmasıyla daha da arttı.
Festival Başkanı Alberto Barbera'dan Yanıt: Sanat Özgürlüğü ve İnsani Durum Dengesi
Festivalin başkanı Alberto Barbera, açık mektuptaki taleplere ilişkin net bir yanıt verdi. Barbera, “Sanatçılara gönderilen davetleri geri çevirmemiz istendi; bunu yapmayacağız. Eğer festivale katılmak isterlerse, burada olacaklardır” diyerek, festivalin sanatçı özgürlüğüne ve kapsayıcılığa verdiği önemi vurguladı. Ancak Barbera, aynı zamanda Gazze ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki 'büyük üzüntülerini ve acılarını' açıkça dile getirmekten çekinmedi. Özellikle sivillerin ve çocukların ölümünü 'henüz kimsenin sona erdiremediği bir savaşın ikincil zararı' olarak nitelendirdi ve Biennale'nin bu konudaki duruşundan şüphe duyulmaması gerektiğini ekledi. Bu açıklama, festival yönetiminin sanatın bağımsızlığını korurken, insani krizlere karşı da duyarsız kalmadığını gösteren hassas bir dengeyi temsil ediyor.
“Sanatçılara gönderilen davetleri geri çevirmemiz istendi; bunu yapmayacağız. Eğer festivale katılmak isterlerse, burada olacaklardır. Öte yandan, Gazze ve Filistin'de yaşananlar karşısındaki büyük üzüntümüzü ve acımızı açıkça ilan etmekten asla çekinmedik. Sivillerin ve özellikle çocukların ölümleri, henüz kimsenin sona erdiremediği bir savaşın ikincil zararıdır. Biennale'nin bu konudaki pozisyonundan hiçbir şüphe olmadığını düşünüyorum.” — Alberto Barbera, Venedik Film Festivali Başkanı
Festival Jürisi: Sinemanın Uluslararası Yüzleri
- Alexander Payne (Başkan) - ABD, Yönetmen ('The Holdovers', 'Sideways')
- Fernanda Torres - Brezilya, Aktris ('I'm Still Here')
- Mohammad Rasoulof - İran, Yönetmen ('The Seed of the Sacred Fig')
- Cristian Mungiu - Romanya, Yönetmen ('4 Months, 3 Weeks and 2 Days')
- Stéphane Brizé - Fransa, Yönetmen ('Out of Season')
- Maura Delpero - İtalya, Yönetmen ('Vermiglio')
- Zhao Tao - Çin, Aktör-Yapımcı ('Caught by the Tides')
Basın toplantısında tüm jüri üyeleri hazır bulunsa da, panelde konuşan tek isim Alexander Payne oldu. Bu durum, festivalin odağını ve basın toplantılarındaki resmi sözcüleri belirleme stratejisini de yansıtıyor.
Sen,Nexus Perspektifi: Sanat ve Siyaset Arasındaki Çatışma
Venedik Film Festivali'nde yaşanan bu gelişmeler, sanat dünyasının küresel olaylara nasıl tepki vermesi gerektiği sorusunu yeniden gündeme getiriyor. Bir yanda, festivallerin apolitik kalması, sadece sanatsal başarıya odaklanması gerektiği argümanı var. Bu görüşe göre, siyasi pozisyon almak, sanatsal özgürlüğü kısıtlayabilir ve farklı görüşteki sanatçılar için dışlayıcı olabilir. Diğer yanda ise, özellikle büyük insani krizler karşısında kültürel kurumların ve sanatçıların sorumluluk alması, seslerini yükseltmesi gerektiği savunuluyor. Gazze örneği, bu iki bakış açısı arasındaki gerilimin somut bir göstergesi. Festival yönetimi, hem sanatçıları koruma hem de insani acıyı görmezden gelmeme çabasıyla karmaşık bir denge arayışında olduğunu gösterdi. Bu durum, gelecekteki büyük kültürel etkinliklerin de benzer baskılarla karşılaşacağının ve 'sanat için sanat' ile 'sorumlu sanat' arasındaki tartışmanın süreceğinin işareti olabilir.
Bu tartışmanın bir başka somut örneği de, son dönemde sanat filmleri dağıtıcısı Mubi'nin Sequoia Capital'dan aldığı yatırım sonrası yaşadığı etik krizdir. Sequoia'nın, İsrail istihbarat birimlerinden veteranlar tarafından kurulan ve Gazze'deki işgalde aktif rol oynayan savunma teknolojileri şirketi Kela'ya yaptığı yatırım, Mubi'nin sanat ve etik değerlerle olan ilişkisini sorgulatan geniş çaplı bir sanatçı tepkisine yol açtı. Mubi CEO'su Efe Cakarel, eleştirilere yanıt olarak "Etik Fonlama ve Yatırım Politikası" ile "Sanatçı Danışma Konseyi" kuracaklarını ve Filistinli sinemacılar da dahil olmak üzere "Risk Altındaki Sanatçılar Fonu" oluşturacaklarını açıkladı. Ancak, Film İşçileri İçin Filistin (FWP) gibi kolektifler, Cakarel'in açıklamasını "soykırım" kelimesini kullanmaktan kaçınması ve İsrail'i fail olarak adlandırmaması nedeniyle yetersiz bularak eleştirdi. Sanatçılar, Mubi'den Sequoia Capital'ı kınamasını ve yönetim kurulundaki bağlantılı isimleri çıkarmasını talep ederken, imza atan sinemacı sayısı 100'ü aştı. Bu olay, kültürel kurumların finansal ortaklıklarının etik boyutlarını ve sanatçıların artan politik duyarlılığını bir kez daha gözler önüne serdi. Mubi'nin bu krizle ilgili detaylı tartışmaları buradan okuyabilirsiniz.
Venedik Film Festivali, önümüzdeki günlerde dünya sinemasının en yeni ve iddialı yapıtlarına ev sahipliği yapmaya devam edecek. Ancak bu açılış konuşmaları ve 'Hind Rajab'ın Sesi' gibi politik ve insani odaklı yapımların programdaki yer alması, festivalin sadece filmlerle değil, aynı zamanda küresel vicdanın bir yansıması olarak da anılacağını gösteriyor.
Kaynak: Variety
```