Çin sinemasının önemli isimlerinden, Gümüş Aslan ödüllü yönetmen Cai Shangjun, yeni filmi "The Sun Rises on Us All" (Güneş Hepimizin Üzerine Doğar) ile 81. Venedik Film Festivali'nin ana yarışma bölümünde izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Sinema dünyasının en prestijli ve gündem belirleyici etkinliklerinden biri olan Venedik Film Festivali, her yıl sadece en yeni filmleri değil, aynı zamanda küresel sinema endüstrisi ve toplumsal meseleler etrafında dönen önemli tartışmaları da ağırlıyor. Bu yılki 82. Venedik Film Festivali ise, Oscar ödüllü yönetmen Charlie Kaufman'ın merakla beklenen kısa filmi **"How to Shoot a Ghost"** ile de dikkatleri üzerine çekiyor. Festivalin bu özelliği, yönetmen Luca Guadagnino'nun #MeToo temalı "After the Hunt" filminin açılış jeneriğinde Woody Allen estetiğine yaptığı gönderme gibi konularla sıkça öne çıkıyor; bu tür yaratıcı tercihlerin yol açtığı tartışmalar, Venedik'i canlı bir kültürel diyalog alanı haline getiriyor. Bu diyalog alanı, bazen de sektörün kendi iç dinamiklerini ve zorluklarını gün yüzüne çıkarır. Örneğin, Kore sinemasının dünyaca ünlü yönetmeni Park Chan-wook'un son filmi 'No Other Choice'un yapım sürecinin tam 20 yıl sonra, finansal engeller aşılarak hayata geçebilmesi gibi çarpıcı hikayeler, sinema dünyasının bütçe denklemlerinin ne denli karmaşık olabileceğini ve büyük isimlerin bile finansal zorluklarla karşılaşabileceğini gösteriyor. Park Chan-wook'un bu uzun soluklu projesi ve Venedik'teki yankıları hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Bu tür gelişmeler ve festivalin genel yapısı hakkında daha fazla bilgi için buradan ulaşabilirsiniz. Venedik, aynı zamanda Oscar sezonunun ilk önemli işaretlerini de sunarak distribütörler için kritik bir platform işlevi görüyor. Cai Shangjun, 2011'de "People Mountain People Sea" filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü kazandığı Venedik'e, bu kez suçluluk, ortaklık ve bağışlamanın zorlu ihtimallerini ele alan incelikli bir drama ile dönüyor.
Oscar ödüllü yönetmen Charlie Kaufman'ın, 1 Eylül'de 82. Venedik Film Festivali'nde yarışma dışı özel bir gösterimle dünya prömiyerini yapmaya hazırlanan kısa filmi "How to Shoot a Ghost", sinemaseverlerde büyük bir heyecan uyandırdı. 27 dakikalık bu sürükleyici yapım, Atina sokaklarında karşılaşan, hayata yeni veda etmiş iki genç karakterin, çevirmen Jessie Buckley ve fotoğrafçı Josef Akiki'nin hikayesini anlatıyor. Ölüm sonrası dünyada arzularının ve hatalarının tortularıyla yüzleşen bu iki "dışlanmış" ruh, varoluşun zorlu güzelliğinde ve ardında bıraktıklarında teselli bulmaya çalışıyor. Kaufman'ın psikolojik derinlikleri ve varoluşsal sorgulamaları işleyen alametifarikası olan felsefi derinliği bu kısa filmde de hissediliyor. Kaufman'ın Venedik ile özel bir bağı da bulunuyor; "Being John Malkovich" 1999'da, animasyon filmi "Anomalisa" ise 2015'te bu prestijli festivalde prömiyer yapmıştı. Filmin ilk fragmanı ve detaylı bilgileri için Charlie Kaufman: How to Shoot a Ghost Fragman haberimize göz atabilirsiniz.
Film, yaşamı bir anda altüst olan Meiyun (Xin Zhilei) karakterinin, gençliğinde işlediği bir suç yüzünden hapse giren eski sevgilisi Baoshu (Zhang Songwen) ile karşılaşmasını konu alıyor. Bu sürpriz karşılaşma, karakterlerin geçmişle yüzleşmesini, vicdan muhasebesini ve ahlaki ikilemleri derinlemesine sorgulamasını tetikliyor. Feng Shaofeng de Qifeng karakteriyle filmin önemli oyuncuları arasında yer alıyor.
Pandeminin Gölgesinde Bir Dönüşüm: Cai Shangjun'un Sineması Evriliyor
Cai Shangjun'un sinema yolculuğu, küresel pandemi ile kesintiye uğramış ancak aynı zamanda sanatsal bir dönüşüme de zemin hazırlamış. Yönetmen, 2017'deki filmi "The Conformist" sonrası yeni projelere hazırlanırken 2019'da başlayan pandemi ve Çin'deki karantina sürecinin film yapım ortamını olumsuz etkilediğini belirtiyor. 2019'dan 2022'ye kadar süren kapalı dönemde, sanat filmlerinin yapımının belirsizliklerle dolu olduğunu ifade eden Cai, bu zorluklara rağmen bağımsız düşünce için bir alanın doğduğunu ve eşi Han Nianjin ile senaryo üzerinde birlikte çalıştıklarını dile getiriyor. Bu bağlamda, usta yönetmen Park Chan-wook'un bile 'No Other Choice' filmi için yeterli bütçeyi bulma arayışıyla 20 yıl beklemesi, sektördeki finansal engellerin sadece yükselen değil, köklü isimleri de etkilediğini gösteriyor. Bu tür bekleyişler, sanatsal adanmışlığın bir kanıtı olmakla birlikte, küresel sinema endüstrisinde bütçenin sanatsal özgürlük üzerindeki etkisini de çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Cai Shangjun gibi bağımsız sinemacıların pandemi döneminde karşılaştığı zorluklar, Park Chan-wook gibi vizyonerlerin bütçe arayışlarıyla birleştiğinde, sinema yapımının finansal boyutunun ne denli belirleyici olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
"Önceki filmlerimde daha çok toplumun kenarındaki karakterlere, adaletsizliklerle savaşanlara odaklanırdım. Sosyal eleştiri diyebilirsiniz buna. Ancak COVID sonrası Çin'deki toplumsal değişimler devasa boyutlara ulaştı. Şimdi daha çok Çin halkının spiritüel yaşamına, içsel mücadelelerine bakıyorum." - Cai Shangjun
Yönetmen, "People Mountain People Sea" ve "The Conformist" gibi önceki yapımlarında genellikle toplumun daha az görünür kesimlerindeki bireylerin adaletsizliklere karşı mücadelesini ve sosyal eleştiriyi merkeze alırken, pandeminin ardından bu bakış açısının değiştiğini vurguluyor. Ona göre, günümüz Çin'i pandemi öncesinden çok farklı ve bu değişim, sanatsal yaklaşımını da etkilemiş. Artık Çin halkının iç dünyasına, ruhsal arayışlarına ve ahlaki karmaşıklıklarına daha fazla odaklandığını belirtiyor. Bu dönüşüm, bir yandan sanatçının değişen toplumsal dinamiklere adapte olma çabasını, diğer yandan da evrensel insani temaların peşine düşme arzusunu gösteriyor.
"The Sun Rises on Us All": Ahlakın Katmanlı Yüzü
Yeni filmin merkezinde "ahlak" teması yer alıyor. Cai Shangjun, bunun Çin'e özgü ahlaki değerleri ve ikilemleri işleyen çok katmanlı bir hikaye olduğunu belirtiyor. Kurban etme, karşılık beklemeden verme, fedakarlık ve bunun getirileri gibi kavramların yanı sıra, iyilik ve nefret gibi zıt duyguların da iç içe geçtiği bir yapıyı barındırıyor film. Bu derinleşim, sadece bireysel vicdanları değil, aynı zamanda kolektif toplumsal hafızayı da sorguluyor. Filmin bu denli karmaşık ahlaki soruları ele alması, günümüz Çin toplumunda bireyin konumu ve değer yargılarındaki dönüşümleri anlamak için önemli bir pencere sunuyor.
Öne Çıkanlar:
- Yönetmen: Cai Shangjun (2011 Venedik En İyi Yönetmen Ödülü Sahibi)
- Senarist: Han Nianjin (Cai Shangjun'un eşi)
- Oyuncular: Xin Zhilei, Zhang Songwen, Feng Shaofeng
- Temalar: Suçluluk, ortaklık, bağışlama, fedakarlık, iyilik, nefret, ahlak
- Görüntü Yönetmeni: Kim Hyunseok (Güney Koreli)
- Kurgucu: Matthieu Laclau (Fransız), Tsai Yann-Shan
- Yapım: Guangzhou Mint Pictures ve Çinli ortak yapımcılar
- Uluslararası Satış: Mk2 Films
Sanatsal Dokunuşlar ve Uluslararası İşbirliği
Cai Shangjun, filminin görsel ve kurgusal dili konusunda da net bir vizyona sahip. Güney Koreli görüntü yönetmeni Kim Hyunseok ve Fransız kurgucu Matthieu Laclau ile çalışan yönetmen, aşırı stilize bir sinematografiden kaçındığını belirtiyor. Odak noktasının karakterlerin duygusal mantığına ve deneyimlerine uygun bir atmosfer yaratmak olduğunu, seyircinin filmi izlerken yönetmen ve görüntü yönetmenini unutmasını arzuladığını ifade ediyor. Kurgu sürecinde Matthieu Laclau ile 47 farklı versiyon üzerinde çalıştıklarını ve bu işbirliğinin şimdiye kadarki en keyifli deneyimlerinden biri olduğunu ekliyor. Küresel sinema pazarında finansman ve dağıtım ağlarına erişim giderek daha karmaşık hale gelirken, Cai Shangjun'un bu tür uluslararası işbirlikleri, filmlerin dünya genelinde daha geniş kitlelere ulaşması ve bağımsız yapımların hayatta kalması için kritik bir strateji olarak öne çıkıyor.
Geleceğe Bakış ve Çin Sinemasının Yolu
Cai Shangjun şimdiden bir sonraki projesini düşünüyor: Çin'in küçük bir kasabasında yaşayan 30'lu yaşlarındaki bir erkek karakterin eş arayışını konu alan, Kara Mizah ögeleri taşıyan bir aşk hikayesi. Bu hikaye, Çin Yeni Yılı (Bahar Festivali) döneminde geçecek. Bu, yönetmenin toplumsal eleştiriden bireysel iç dünyalara ve şimdi de belki de daha evrensel bir temaya, aşka yöneldiğini gösteriyor. Bu değişim, Çin sinemasının da global anlamda farklı temalar ve anlatılarla genişlediğinin bir göstergesi olabilir. Bağımsız Çin sinemasının pandeminin ardından yeniden nefes alabilmesi ve uluslararası festivallerde yer bulması, sadece sanatçılar için değil, dünya sineması için de yeni ufuklar açıyor.
Eleştirel Bir Bakış: Sanatın ve Toplumun Kesişimi
Cai Shangjun'un filmlerindeki değişimin sadece kişisel bir sanatsal tercih mi, yoksa Çin'deki güncel kültürel ve siyasi iklimin bir yansıması mı olduğu sorusu akıllara geliyor. Pandemi döneminde bağımsız sinemanın karşılaştığı zorluklar göz önüne alındığında, yönetmenlerin "sosyal eleştiri"den "içsel ruhsal mücadelelere" yönelmesi, belki de dolaylı yoldan bir adaptasyon mekanizması olabilir. Bu tür filmler, doğrudan sistem eleştirisi yapmaktan ziyade, bireyin ahlaki evrenindeki karmaşıklıkları merkeze alarak daha evrensel bir dil yakalamaya çalışıyor olabilir. Bu durum, sanatın değişen koşullar altında kendini nasıl ifade ettiğinin ve toplumsal sorunları dolaylı yollarla nasıl işleyebileceğinin bir göstergesi olarak da yorumlanabilir. Ancak bu, filmin ele aldığı ahlaki ikilemlerin derinliğini ve evrenselliğini azaltmaz; aksine, sanatsal üretimin ve ifade özgürlüğünün zorlu bir zeminde bile değerini koruyabileceğini ortaya koyar. Festivalde dikkat çeken bir başka hararetli tartışma ise, Hollywood'un efsanevi isimlerinden Julia Roberts'ın, Luca Guadagnino yönetmenliğindeki yeni filmi “After the Hunt” ile katıldığı basın toplantısında yaşandı. Yüksek öğrenim dünyasında geçen bir gerilim olan film, Roberts'ın canlandırdığı saygın bir profesörün, mentisinin (Ayo Edebiri) arkadaşı ve meslektaşı (Andrew Garfield) hakkındaki "sınırı aştığı" suçlamasıyla yüzleşmesini konu alıyor. Filmin #MeToo hareketi ve iptal kültürü üzerine yaptığı çıkarımlar, toplantıda yoğun tartışmalara yol açtı. Roberts, "insanlık olarak konuşma sanatını kaybediyoruz" diyerek günümüz toplumunda diyalog kurma yeteneğinin azaldığına dikkat çekti. Bazı eleştirmenler filmin feminist hareketi baltaladığı yönünde eleştiriler dile getirse de, Roberts filmin bu zorlu konular etrafında samimi ve derinlemesine tartışmalar yaratmasını istediğini belirtti. Yarışma dışı özel bir gösterimle yer alan "After the Hunt" ve Julia Roberts'ın yorumları hakkında daha fazla bilgiye Nexus Haber'den ulaşabilirsiniz. Ayrıca, sendikal haklar ve uluslararası projelerde çalışma koşulları gibi konular da festivalin bir başka gündem maddesi oldu. Özellikle, dünyaca ünlü yönetmen Park Chan-wook'un Yazarlar Birliği (WGA) grevi sırasında çalıştığı iddiaları nedeniyle sendikadan ihraç edilmesi, Hollywood'daki güç dengeleri ve uluslararası sanatçıların bu kurallar karşısındaki konumunu sorgulatan önemli bir tartışma başlattı. Park'ın bu iddiaları şiddetle reddetmesi ve senaryo ortağı Don McKellar'ın WGA'nın kararlarını 'antidemokratik' bulması, küresel sinemanın sadece sanatsal değil, aynı zamanda etik ve sektörel zorluklarla da yüzleştiğini gösteriyor. Bu tür gelişmeler, festivallerin sadece film gösterim platformları olmakla kalmayıp, aynı zamanda sektörün güncel meselelerinin de tartışılabileceği önemli birer arena olduğunu vurguluyor. Bu yılki Venedik Film Festivali, sadece bu tür sektörel tartışmalara değil, aynı zamanda sinema dünyasının önde gelen isimlerinden merakla beklenen birçok dünya prömiyerine de ev sahipliği yapıyor. Müzik dünyasının asi ruhu Marianne Faithfull'ın hayatına odaklanan, Iain Forsyth ve Jane Pollard yönetmenliğindeki 'Broken English' belgeseli de yer alıyor. Faithfull'ın son stüdyo performansı ve sanat, hayatta kalma ve miras üzerine samimi düşüncelerini aktaran bu belgesel, 30 Ağustos'ta festivalin Yarışma Dışı bölümünde dünya prömiyerini yapacak. İtalyan dağıtım şirketi I Wonder Pictures tarafından İtalya hakları alınan yapımda, Tilda Swinton ve George MacKay'in 'Unutulmayanlar Bakanlığı' araştırmacıları olarak Faithfull'ın hikayesini ele alması dikkat çekerken, Nick Cave ve Courtney Love gibi ünlü isimler de belgesele katkı sunuyor. Marianne Faithfull'ın 'Broken English' belgeseli hakkında daha fazla bilgiyi Nexus Haber'de bulabilirsiniz. Yorgos Lanthimos'un 'Bugonia'sı (Emma Stone, Jesse Plemons), Noah Baumbach'ın 'Jay Kelly'si (George Clooney), Guillermo del Toro'nun 'Frankenstein'ı, Luca Guadagnino'nun 'After the Hunt'ı ve Benny Safdie'nin 'The Smashing Machine'i gibi iddialı yapımlar dikkat çekiyor. Altın Aslan yarışmasında Oscar ödüllü Macar yönetmen László Nemes'in 'Orphan' filmi ve Berlin Altın Ayı ödüllü Ildikó Enyedi'nin 'Silent Friend' adlı yapımı öne çıkıyor. Festivalin açılış töreni de sinema dünyasının iki dev ismi, usta yönetmenler Francis Ford Coppola ve Werner Herzog'un unutulmaz anlarına sahne oldu; efsanevi Coppola, Alman Yeni Sineması'nın öncülerinden Herzog'a, kendisinin de bir zamanlar layık görüldüğü Yaşam Boyu Başarı İçin Altın Aslan ödülünü takdim etti. Ayrıca Hollywood'un karizmatik yüzü George Clooney'nin, 'Jay Kelly' filminin basın toplantısına sinüs enfeksiyonu nedeniyle katılamaması gibi ilginç detaylar da festivalin gündemine yansıdı. Mona Fastvold, Kathryn Bigelow, Paolo Sorrentino, Jim Jarmusch, Park Chan-wook gibi usta isimlerin yeni filmleri de izleyiciyle buluştu. Özellikle Gazze'deki trajik bir olayı konu alan ve Brad Pitt, Joaquin Phoenix gibi Hollywood yıldızlarının da yapımcılığını veya desteğini üstlendiği 'Hind Rajab'ın Sesi' gibi dikkat çekici dünya prömiyerleri de festivalin gündeminde önemli bir yer tuttu. Macaristan gibi ülkelerin çok uluslu ortak yapımlarla festivalde zirveye çıkışı da bağımsız sinemanın zorlu ekonomik koşullarında vergi teşvikleri ve ulusal fonlama gibi finansman yapılarının kritik rolünü bir kez daha vurguladı. Bu geniş yelpaze, Venedik'in sinema sanatının her alanına kucak açtığının bir göstergesi.
"The Sun Rises on Us All" filminin uluslararası satışları Mk2 Films tarafından yürütülüyor ve bu da filmin küresel pazarda geniş bir izleyici kitlesine ulaşma potansiyeli taşıdığını gösteriyor. Cai Shangjun'un Venedik'ten sonraki rotası ve filmin alacağı eleştiriler merakla bekleniyor.
Kaynak: Variety