Sinema dünyasının kalbinin attığı, hem ödül sezonunun ilk sinyallerini veren hem de bağımsız yapımlardan büyük bütçeli projelere kadar geniş bir yelpazede filmlerin dağıtım hakları için kıyasıya bir pazar yeri olan Toronto Film Festivali (TIFF), Güney Afrikalı yetenekli yönetmen Zamo Mkhwanazi'nin ilk uzun metraj filmi 'Laundry' ('Uhlanjululo') ile izleyicinin karşısına çıktığı önemli bir platform oldu. Bu yıl festivalin dikkat çeken yapımlarından bir diğeri ise Dominik Cumhuriyeti yapımı aile draması “Pérez Rodríguez” oldu. İspanyol film dağıtım şirketi Latido Films, Humberto Tavárez'in ilk yönetmenlik denemesi olan bu yapımın dünya çapındaki satış haklarını satın alarak filmi uluslararası sinema arenasına taşıdı. Ayrıca, sinemanın ikonik isimlerinden Sir Ian McKellen'ın doktorlarının uçuş yasağı nedeniyle prömiyerine katılamadığı Steven Soderbergh imzalı 'The Christophers' filmi de festivalin en çok konuşulan yapımları arasında yerini aldı. Festival sahnesine yabancı olmayan Mkhwanazi, daha önce kısa filmleriyle de burada yer almıştı. Ancak 'Laundry'nin ardındaki hikaye, onun için çok daha kişisel bir anlam taşıyor.
Mkhwanazi, filminin kökenlerini ailesine dayandırıyor: "Büyükbabamın bir çamaşırhanesi vardı ve apartheid hükümeti geldiğinde işini kaybetti. Bunun ilk filmim olması gerektiğini biliyordum. O çamaşırhane, kuşaklar arası servetimin çalındığı bir yer olarak her zaman zihnimin bir köşesindeydi. Bugün kim olduğum üzerinde çok büyük bir etkisi oldu." Yönetmen, kendi ailesinin yaşadığı bu kaybı, kişisel bir acıdan evrensel bir hikayeye dönüştürmüş.
TIFF 2025'te dikkat çeken diğer filmleri ve festivalin genel atmosferini merak ediyorsanız, buzzy filmler alışveriş rehberimize göz atabilirsiniz: Toronto Film Festivali 2025: Buzzy Filmler Alışveriş Rehberi
'Laundry': Hayaller ve Direnişin Öyküsü
1968'de apartheid Güney Afrika'sında geçen 'Laundry', beyazlara özel bir bölgede benzer bir aile işletmesini konu alıyor. Film, 16 yaşındaki Khuthala'nın (Ntobeko Sishi) çamaşırhaneyle hiçbir ilgisi olmamasını ve bir müzisyen olma hayalini odağına alıyor. Bu durum, sorumluluk sahibi babasının (Siyabonga Shibe) dehşete düşmesine neden olurken, Khuthala kısa süre sonra arkasında bırakmak istediği miras için savaşmak zorunda kalıyor.
Mkhwanazi, "İzleyicinin onunla birlikte umut etmesini ve hayal kurmasını istedim ama aynı zamanda gerçeği de anlatmak istedim. Belli bir ayrıcalık düzeyiniz yoksa, hayalleriniz inanılmaz derecede belirsizdir. İnsanlara fırsatları inkar ettiğinizde, tüm insanlık kaybeder" sözleriyle filminin temel mesajını özetliyor.
Mkhwanazi'nin vurguladığı gibi, Stephen Jay Gould'un sözünü anımsatması, "Kaç tane Newton ve Einstein pamuk tarlalarında öldü?" sorusunu akla getiriyor. Adaletsizlik, bireylerin potansiyelini ve insanlığın gelişimini topyekûn engeller. Film, bu kaybın sadece bireysel değil, toplumsal bir trajedi olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Apartheid gibi sistemler, sadece ekonomik değil, kültürel ve sanatsal potansiyeli de yok eder.
Sir Ian McKellen'ın Yokluğu ve 'The Christophers'ın TIFF Yolculuğu
Bu yılki festivalin en çok konuşulan yapımlarından biri de, sinema dünyasının efsanevi isimlerinden Sir Ian McKellen'ın başrolünde olduğu Steven Soderbergh yönetmenliğindeki 'The Christophers' filmiydi. 86 yaşındaki McKellen, doktorlarının uçuş yasağı nedeniyle filmin Toronto prömiyerine katılamadı ve izleyicilere önceden kaydedilmiş bir video mesajıyla seslenerek "Tedbirli olmak pişman olmaktan iyidir" dedi. Aktör, Toronto'ya son gelişinin 1999 yılında 'X-Men' filminin çekimleri için olduğunu hatırlatırken, bu olay büyük bir film festivalinde ana oyuncunun prömiyere katılamamasının, özellikle dağıtım arayışında olan bir yapım için önemli bir dezavantaj olabileceğini gösterdi. Film, huysuz bir ressamı (McKellen) ve daha büyük bir miras elde etmek amacıyla babalarının bitmemiş tablolarını çalıp tamamlatması için sahtekar birini tutan ayrı yaşayan çocuklarının hikayesini entrika ve mizah dolu bir dille anlatıyor. McKellen'ın performansının kariyerinin en iyilerinden biri olduğu söylenen bu dramedi, izleyiciden tam not almayı başardı. Steven Soderbergh ve senarist Ed Solomon'ın "Tom Ripley benzeri bir karakter" fikrinden yola çıkarak geliştirdiği bu yapım, festivalin en çok talep gören filmleri arasında yer alıyor. Sir Ian McKellen'ın sağlık sorunları nedeniyle prömiyere katılamaması hakkında daha fazla bilgi için tıklayın.
Bu kapsamda, Toronto Film Festivali 2025'te büyük yankı uyandıran Kaouther Ben Hania imzalı 'The Voice of Hind Rajab' gibi filmler de Gazze'deki 5 yaşındaki Filistinli bir kızın trajik hikayesini ele alarak, adaletsizliğin insani bedelini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Brad Pitt ve Joaquin Phoenix gibi ünlü isimlerin yapımcı kadrosunda yer almasıyla küresel çapta dikkat çeken bu drama, festivalde derin bir etki yaratmaya aday filmler arasında yer alıyor.
Bu bağlamda, Dominik Cumhuriyeti'nden Humberto Tavárez imzalı “Pérez Rodríguez” gibi filmler de, nesiller arası çatışmaları ve bir ailenin sırlarını işleyerek, spesifik bir kültürel bağlama otursa da evrensel aile dinamiklerine dokunan güçlü bir hikaye sunuyor. Bu tür yapımlar, yerel deneyimlerin küresel çapta nasıl yankı uyandırabileceğini göstererek, Toronto Film Festivali gibi uluslararası platformlarda farklı coğrafyalardan gelen hikayelerin değerini bir kez daha ortaya koyuyor.
Dominik Sinemasının Yükselişi ve 'Pérez Rodríguez'in Küresel Yolculuğu
Humberto Tavárez'in yönettiği “Pérez Rodríguez” filmi, Dominik Cumhuriyeti sinemasının son yıllardaki yükselişinin önemli bir göstergesi olarak Toronto Film Festivali'nde yerini aldı. Dominik'in önde gelen yapım şirketlerinden Lantica Studios tarafından üretilen bu aile draması, nesiller arası çatışmaları ve ailenin derin sırlarını çarpıcı bir şekilde ele alıyor.
Latido Films'in başkanı Antonio Saura, filmi “Latin Amerika'daki zengin ailelerin iç çelişkilerini nadiren bu kadar keskin bir şekilde irdeleyen olağanüstü bir film” olarak tanımlayarak, oyunculuklarını, yönetmenliğini ve özellikle sürpriz sonunu övdü. Saura, filmin "baştan sona dikkatinizi canlı tuttuğunu ve kimseyi etkilemeden bırakmayacak parlak bir sona ulaştığını" belirtti.
Son on yılı aşkın süredir her yıl ortalama iki ila üç orijinal film üreten Lantica Studios, Karayipler'deki yerel film yapımcılığının önemli bir itici gücü olmuştur. Mayıs 2024'te Pinewood Studios'un azınlık hissesini Dominikli Lantica Media'ya satmasıyla adı Lantica Studios olarak değiştirilen bu tesis, ülkenin devasa su tankı tesisini de işletiyor ve bölgenin en modern film üretim altyapılarından birini sunuyor. Dominik Cumhuriyeti'nin sunduğu rekabetçi vergi teşvikleri de, nitelikli harcamaların %25'ine eşdeğer aktarılabilir vergi kredisi ve mal ve hizmetlerde %18 KDV muafiyeti gibi avantajlarla, ülkeye birçok yüksek profilli uluslararası projenin çekilmesine ve yerel yapımların canlanmasına kilit rol oynamaktadır.
Müzik ve Yaratıcılık: Bir Şifa Aracı
Yönetmen, müziğin ve müzisyenlerin hayatında "muazzam bir etkisi" olduğunu itiraf ediyor. Prince gibi sanatçıların onun üzerinde bıraktığı izi dile getirerek, "Böyle insanlar sizi daha cesur yapar. Farklı olabileceğinizi hissettirirler; hayat kurtarırlar. Hikayemiz, Güney Afrika'dan kaçmak zorunda kalan Miriam Makeba ve Hugh Masekela'nın hikayelerini de yansıtıyor. Onları seviyoruz, peki ya hiç duyamadığımız diğerleri?" diye ekliyor.
Film, karakterlerinin acılarından çekinmezken, neşelerinden de vazgeçmiyor. Mkhwanazi, "Zor şeylerin derinlerine inmekten korkmuyorum ama hayatın böyle olduğunu düşünmüyorum. Baskı yaşayan insanların hayatlarını iç karartıcı bulmuyorum," diyor ve ekliyor: "İlk elden biliyorum ki hiç kimse sistemle savaşma amacıyla uyanmaz. Hepimiz hayallerimizi gerçekleştirmek isteriz. Bu aynı zamanda Güney Afrikalılara da tamamen özgüdür. Zorluklarımız gerçekten ortadan kalkmadı, ancak neşesiz bir yerden savaşamayız. Neşe çalındığında, savaş biter."
Zaman zaman, kendi durumları hakkında zaten bildiklerini tekrarlamak yerine, filmin kahramanları... müzik yapıyor. "Baskının sürekliliği. Hepimiz orada bulunduk, hepimiz ne olduğunu biliyoruz. Yarayı sürekli deşmelerine gerek yok. İyileştiren ilk şey birbirimiz, kendi topluluğumuz ve bağlantının yaratabileceği gerçeğidir. Yaratmak iyileştirmektir."
Geçmişten Geleceğe: Zamo Mkhwanazi'nin Vizyonu
Gabriel Lobos tarafından çekilen 'Laundry', 1990'ların tarihi dramalarının parlaklığını taşıyor. Yönetmen, "Beni ben yapan filmler bunlardı. Harçlığımla, bazen birden çok kez gidip izlediğim filmler bunlardı. O sinema dönemine çok aşığım," diye belirtiyor.
Geçmişi derinlemesine inceledikten sonra Mkhwanazi, "Newborns" adlı yeni projesiyle geleceğe yönelecek. "Şimdiden geliştirme aşamasında. Klonlarla ilgili ve çok feminist bir hikaye. Bu fikri Kovid'den hemen önce buldum." Ancak bundan önce, daha fazla aile sırrını açıklayacak.
Mkhwanazi, Khuthala karakterini nasıl anladığını da samimiyetle paylaşıyor: "1950'lerde büyükbabamın başına bunlar geldiğinde, Güney Afrikalı siyahiler savaştı. Bunu hatırlıyorum ve kanlıydı. Dükkanları yaktık çünkü kendi iş yerlerimize sahip olmamıza izin verilmiyordu. 1980'lerin ortalarına gelindiğinde, siyahiler tekrar iş kurabiliyorlardı ve ailem ilk işyerlerini açtı, 23 yıl veya daha uzun süre işlettiler. Ben 11 yaşındaydım ve orada çalışmak zorundaydım. Ve umurumda değildi!"
"Ailemin işini umursamadım, ülkenin yandığını umursamadım. Ailem 'sıkıcıydı'; hayatımı kontrol etmeye çalışıyorlardı ve ben sinemaya gitmek isterken perakende işi yapmaya zorluyorlardı. Khuthala'nın kim olduğunu tamamen anlıyordum çünkü ben de eskiden bencildim." Bu dürüst itiraf, yönetmenin karakterlerine ne kadar gerçekçi yaklaştığını gösteriyor. Babasının mirası koruma mücadelesine karşı, o mirası devralması beklenen ama ondan nefret eden bir karakterin çatışması, filmin temel dinamiklerinden birini oluşturuyor.
Kaynak: Variety - Zamo Mkhwanazi: Apartheid'ın Mirasından Geleceğe Bakış