Çağdaş popüler müziğin en etkileyici seslerinden biri olarak kabul edilen Brandi Carlile, sekizinci solo albümü “Returning to Myself” ile sadece müzikal yeteneğini değil, aynı zamanda yaşamın en temel felsefi sorularına olan derin bakışını da sergiliyor. Albüm, açılış parçasında dahi dinleyiciyi ölümün kaçınılmazlığı ve bu kısa ömrün 'ilahi tasarımı' üzerine düşünmeye davet ediyor. Carlile'ın belki de en dokunaklı solo çalışması olan bu kayıt, büyük temalara odaklanırken sesi biraz daha 'küçük' tutarak dinleyiciye samimi bir deneyim sunuyor.
Albüm, özünde bir 'carpe diem' (anı yaşa) felsefesi taşıyor; dinleyicileri dünyadaki rollerini sorgulamaya iten lirik ipuçlarıyla dolu. Carlile, kişisel ve politik olanı ustaca harmanlayarak, dinleyicinin hem kalbine hem de zihnine hitap etmeyi başarıyor.
Zıt Kutupların İşbirliği: Watt ve Dessner Etkisi
“Returning to Myself” albümünün en ilgi çekici yönlerinden biri, prodüksiyon ekibinin çeşitliliği. Carlile, bu çalışmada Emmylou Harris’in kariyerini değiştiren 'Wrecking Ball' albümünün işbirlikçi ruhundan ilham aldığını belirtiyor. Bu senaryoda, Carlile'ın baş yapımcısı Andrew Watt, Daniel Lanois’e eşlik ediyor – ki bu, müzik tarihinde muhtemelen ilk defa gerçekleşen bir kıyaslama.
Andrew Watt, genellikle Ozzy Osbourne ve Pearl Jam gibi sanatçılarla yaptığı büyük ve gösterişli rock kayıtlarıyla tanınırken, bu albümde daha eterik, Lanois’i andıran minimalist dokunuşlar sergiliyor. Gitar tellerine hafifçe sürtünen parmakların sesi bile kaydedilmiş durumda, bu da albümün samimi akustik kimliğini güçlendiriyor.
Carlile'ın bu kayıtta tercih ettiği samimi akustik kimlik ve lo-fi yaklaşımlar, modern müziğin büyük stüdyo rock ihtişamından uzaklaşma eğilimini hatırlatıyor. Bu bağlamda, 1982'de Bruce Springsteen'in dört kanallı kaset kayıt cihazıyla kaydettiği ham ve karanlık estetiğe sahip ikonik "Nebraska" albümü, zamanında büyük stüdyo rockçılarının standartlarına meydan okuyarak lo-fi ruhunun öncülerinden olmuştu. Springsteen'in "Nebraska '82: Genişletilmiş Sürümü" kutu setinde yer alan ve E Street Band ile yapılan alternatif versiyonları da içeren bu tarihi albümün detaylı incelemesini burada okuyabilirsiniz.
Diğer önemli prodüktör ise Aaron Dessner (The National, Taylor Swift’in *Folklore*). Albümdeki on parçadan beşinde imzası bulunan Dessner, özellikle “War With Time” gibi parçalarda Carlile'ın üzerine vokalini inşa ettiği saf bir akustik altyapı sağlıyor. Bu ikilinin (Watt’ın görkemi ve Dessner’ın minimalizmi) birleşimi, özellikle “No One Knows Us” şarkısında zirveye çıkıyor ve sonuç, hem akustik hem de anthemik öğeleri bünyesinde barındıran zengin bir hibrit ses.
Carlile'ın Vokal Otoritesi Her Şeyin Üstünde
Bu kadar farklı prodüktörün (projeye Bon Iver'dan Justin Vernon da katılıyor) katkısına rağmen, hiç kimse bu albüme bir 'prodüktör albümü' demeyecektir. Carlile, müziği üzerindeki tam kontrolünü koruyor. Çağdaş müzikte hem ustalık hem de duygusal nüansların kesişim noktasında duran Carlile’ın sesinin gücü tartışılmaz. Sesinin gerektirdiği malzemeyi yazabilme yeteneği ise onu günümüzün en dürüst ve şiirsel şarkı yazarlarından biri yapıyor.
Joni Mitchell'a Saygı ve Politik Ağıtlar
Carlile’ın yakın dostu ve akıl hocası Joni Mitchell’a adadığı “Joni” şarkısı, albümün en çok konuşulacak parçalarından biri olmaya aday. Carlile, Mitchell’ın kendine has vokal ve çalma stillerinden sayısız müzikal referans alarak bu saygı duruşunu gerçekleştiriyor. Şarkı, Mitchell’ın mizah anlayışını ve eleştirel ruhunu yansıtan, dalkavukluktan uzak, içten bir metin içeriyor:
“O aptallara tahammül etmez / Çay servisi yapmaz / Ve morarmış egolara yara bandı yapıştırmaz,” Carlile, Mitchell’ın şifacı gücünü empatiden değil, kutsal dili her ruhun anlayabileceği şekilde konuşmasından aldığını vurguluyor.
Seçim Stresi ve Kişisel Hesaplaşmalar
Öne Çıkan Temalar ve Şarkılar:
- “Human”: Kronik politik kaygıdan muzdarip olanlara hitap eden, zamanında yazılmış bir 'marş' niteliğinde. Dinleyicileri, politik ajitasyon uğruna sağlıklarını tehlikeye atmamaları konusunda uyarıyor.
- “Church & State”: Albümün en sert rock parçası, siyasi bölünmeleri ve MAGA hareketini ciddiye alarak Thomas Jefferson’ın ünlü 'Kilise ve Devlet' ayrımı mektubundan alıntılar içeriyor. Müzikal olarak U2’ya göz kırpıyor.
- “You Without Me”: Bu parça, bir boşanma şarkısı sanılsa da aslında ebeveyn-çocuk ilişkisinin evrimini, çocukların artık ebeveynlerin 'küçük kopyaları' olmaktan çıkma sevincini ve korkusunu anlatıyor.
Ölümü Kucaklamak ve Hayatı Savunmak
Albümün son iki parçası, duygusal yoğunluk açısından zirveye ulaşıyor. Dessner’ın gergin gitar riffleri üzerine kurulan ve depresyonla mücadele eden birine uzanan yardım elini anlatan parça, iki insan arasındaki eşsiz sırların ve bağların günlük trajedisini işliyor.
Final parçası “A Long Goodbye” ise, adından da anlaşılacağı gibi ölümü tekrar tekrar gündeme getirerek hayatı savunma hizmetini görüyor. Carlile, otobiyografik anıları (ilk uçak yolculuğu gibi) intihar veya kazalarla ölen diğer insanların görüntüleriyle harmanlıyor. Şarkı, ‘Hepimiz sadece bir kalp kırıklığı uzağındayız / Tutmak zorunda kaldığımız bir söz vermekten,’ diyor.
Carlile, bu muhteşem kapanışta sevgili Indigo Girls’ten ('It’s only life after all'), Sammy Cahn’dan ve Raymond Chandler’dan alıntılar yaparak, ölümü kabul eden ancak hayatı onaylayan aşkın bir transcendans patlaması sunuyor. Müzik otoriteleri, The Beatles’ın “The End” şarkısından bu yana bu kadar güçlü bir final duygusu uyandıran bir albüm sonu görmediklerini belirtiyorlar.
Sonuç ve Değerlendirme
“Returning to Myself” Carlile'ın en iyi albümü mü? Bu tartışmalı bir soru. “By the Way, I Forgive You” 21. yüzyılın mihenk taşı bir şarkı yazarı albümü olarak görülüyordu. Bu yeni albüm ise daha sıkı odaklanmış; hem müzikal olarak akustik gitar merkezine eğilimiyle hem de lirik olarak bizi çevreleyen kalabalığı kesip atarak meselenin özüne inme hiper odaklanmasıyla dikkat çekiyor. Carlile’ın “A War With Time” şarkısında söylediği gibi: “Hiçbiri abartılmadı.” Albüm, dinleyicilere yoğun, dürüst ve düşündürücü bir deneyim sunarak kariyerinde sağlam bir yer ediniyor.
Kaynak: Variety