Bir zamanlar huzurun ne demek olduğunu biliyorduk. Elbette o zamanlar da reklamlar vardı; pop-up reklamlar bir neslin günahıydı. Ama genel bir anlayış hakimdi: Reklamların varlığı, ücretsiz bir hizmetten faydalanmanın bedeliydi. Nefret edilseler de, en azından kendi alanlarında sınırlıydılar. Ekran alanı, iş ahlakı ve medyanın teknolojik sınırları, reklamların dikkatimizi ancak belirli bir ölçüde sömürebileceği anlamına geliyordu.
Ancak o vampir, çok uzun zaman önce eve zorla girdi.
İstilanın Yeni Adı: Her An, Her Yerde Reklam
Bugün durum çok farklı. Geceleri baş ucumda duran e-kitap okuyucumun ekranında reklam var. Televizyonumun ana menüsünde reklam var. Para ödeyip müzik dinlediğim müzik platformunda reklam var. Bir zamanlar reklamsız dizi izlemek için para ödediğim yerde, şimdi tam da izlemeyi seçtiğim dizinin kendi reklamı karşıma çıkıyor. Telefonumdaki her uygulama, yapmayı planladığım bir harcamayı tam ekran kredi kartı teklifleriyle bölüyor.
Oyun dünyası da bu istiladan nasibini almış durumda. En yeni Destiny eklentisini satın alsam bile, oyuna girdiğimde aynı eklentinin reklamıyla karşılaşıyorum. En son Call of Duty'yi açtığımda ise kostüm paketleri, sezon biletleri ve oyun içi para birimi teklifleri yüzüme çarpıyor. Ürün kalitesi, artık sadece cezbedici bir yem olduğu sürece önemli.
"Kullanıcı deneyimini iyileştirmeye—daha cilalı bir oyun, daha tutarlı bir menüye sahip bir işletim sistemi—harcanabilecek çaba, iş dünyasının gözünde artık daha kârlı bir alana yatırılıyor: gözümüzün bir köşesinde her an yanıp sönen sınırlı süreli bir teklifin varlığından emin olmak."
Müşteri Kim: Kullanıcı mı, Hissedar mı?
Her hizmet, platform ve medya ürünü, bir araba satıcısının bitmek bilmeyen ek ücret taleplerinin yorgunluğunu beraberinde getiriyor. Mağarada yemiş toplayarak evrimleşmiş beynim, günde binlerce reklamla başa çıkmak için tasarlanmadı.
Elbette reklamların olmadığı veya en azından zevkli bir şekilde kontrol altında tutulduğu vahalar var: bağımsız oyunlar, bazı tek oyunculu yapımlar, abonelikli bültenler, fiziksel kitaplar... Bunlar, son kullanıcının hâlâ müşteri olduğu konusunda ısrar eden inatçı cepler. Ancak ekonominin geneli farklı bir ders öğrendi: Memnun edilmeye değer tek müşteri hissedardır ve bir hissedarın ilgilendiği tek ürün, bizim ödemeyi asla bırakmayacağımız bir üründür.
Sonsuz Büyüme Hırsı ve Zihinsel Bombardıman
Ticari medyanın bu zihinsel istilası, 2000'lerin başından beri bir tür 'sömürgecilik' olarak tanımlanıyordu. Bugün ise bu sömürgecilik çok daha agresif bir aşamaya geçmiş durumda. Bu artık sadece bir taciz değil; bu, irade kırmaya yönelik sürekli bir bombardıman. Mantık basit: Yeterince insan, yeterince sık, yeterince çok reklama maruz kalırsa, o kitleden bir şekilde para sızdırılabilir. Bu, kârlı olmanın yetmediği, sonsuz büyümenin ulaşılabilir olduğu ve her zaman bir reklam alanı daha yaratılabileceğine dair açgözlü, takıntılı ve kaba bir ısrardır.
Ancak unuttukları bir şey var: Bizler sonlu kaynaklara, sonlu yaşamlara sahip insanlar olarak sonlu bir dünyada yaşıyoruz. Bu 'sonsuz büyüme' çizgisi sonsuza dek yukarı çıkamaz. Gerçeklik bir noktada kendini dayatmak zorunda. Eğer her zaman böyle değildiyse, böyle olmak zorunda da değil. Umarız o gün geldiğinde, reklamdan başka bir şey üretmeyi de yeniden hatırlarız.